Yunanistan’da bir duvar yazısı, “Turistler evinize dönün” diyor. İspanya’da lüks turistik merkezlere giden yerel halk zengin turistleri su tabancalarıyla ıslatıp kovalıyor. Bu yıl ülkede binlerce kişi “Sizin seyahatiniz bizim sefaletimiz” diyerek yürüyüş yaptı.
Yunanistan, İspanya, İtalya ve benzeri gibi bazı Avrupa ülkeleri özellikle belli mevsimlerde turist akınına uğruyor. Turistlerin sayısı, savaştan, afetlerden ve ağır yoksulluktan kaçarken pasaport-vize çıkaracak imkanları olmadığı için ölümcül seyahatlere zorlanan ve tüm kapılar yüzlerine kapanan mültecilerden çok daha fazla. Ancak turistler para kaynağı görüldükleri için ‘ırkçı’ söylemlerle karşılanmıyor.
“Kiraları yükselttikleri” ve “Kaynakları tükettikleri” gibi iddialar, mülteciler için çoğunlukla birer ırkçı şehir efsanesiyken kitlesel turizm açısından ise açık birer gerçek.
Göçmen ve mülteciler ancak kapitalistlerin talep ettikleri miktarda ucuz emek gücü oldukları sürece makbuller. Birer vatandaşa veya turiste dönüşmelerinin önüne bu yüzden aşılması zor engeller konuluyor. Sınır dışı edilme riski bir şantaj prangası olarak ayaklarına bağlı ve devletin ihtiyaçlarının sınırını aşmamaları için de ırkçı tehlike ağır bir zincir olarak boyunlarına asılı tutuluyor.
Sınırı geçmenin sınıfsallığını çok net anlatan bir örnek ise İngiltere’de özel jetlere pasaport kontrolü yapılmadığını ortaya koyan şu haberimizden okunabilir.
YANGINDA ORMANDAN ÖNCE TURİZMİ KURTARMAK
Kitlesel turizm ya da aşırı turizm olarak adlandırılan bu fenomeni, benzer bir sorunu yaşayan Yunanistan örneğinden öğrenmek için Gazeteci Yannis Elafros ile konuşuyoruz.
Yunanistan’da yaz aylarında dünyaya yayılan iki görüntü öne çıkıyor. Adları “Instagram adaları”na dönmüş küçük turistik adaların adım atılamayacak hale getiren turist konvoyları ve çoğu zaman ölümle de sonuçlanan geniş orman yangınları. Bu ikisi bir araya geldiğinde Yunan hükümeti ormanlardan önce turizmi kurtarıyor denebilir. Sağcı Miçotakis Hükümeti geçtiğimiz yıl Rodos Adası’nda çıkan yangın nedeniyle adayı terk eden turistlere bir hafta ücretsiz tatil imkanı sundu. Canlarını kurtarmak için o güzel adalara ulaşmaya çalışan yüzlerce mülteci ise sahil güvenlik tarafından denize geri itiliyorlar hâlâ.
Gazeteci Elefros, Yunanistan’da bu yıl turist sayısında ve turizmden elde edilen gelirlerde geçen yıla göre yüzde 10’luk bir artıştan bahsediyor. Merkez Bankası 2024 yılında Yunanistan’ı 35 milyon turistin ziyaret edeceğini tahmin etmiş: “2023 yılı 33 milyon turist ve 20.5 milyar doğrudan turizm geliri ile rekor bir yıl olmuştu. Artış büyük: 2010 yılında bu gelir 9.5 milyar avroydu. Turizmin yoğun olduğu bölgeler ise başta Kiklad adaları ve Girit olmak üzere Ege adaları, İyon Denizi adaları ve son yıllarda Atina.”
ÇALIŞANLARIN YÜZDE 60’I TATİLE GİDEMEZKEN…
Tıpkı denizin bize düşen yakasında olduğu gibi Yunanistan’da da ülkenin bu turistik durumundan kendi halkı giderek daha az faydalanabiliyor: “Asıl sorun, çalışanların yüzde 60’ının tatil yapmayacak olması ve kesinlikle adalara seyahat edemeyecek olması. Ya şehirde kalacaklar ya da köylerine gidecekler... Bir turizm ülkesi için trajik bir durum.”
Peki aşırı turizm konusunda yapılan eleştiriler haklı mı?
Yanıtlıyor: “Büyük turist dalgasının sonuçları çok.”
Birkaç hafta önce Santorini Adası’nda bir belediye meclis üyesi, adanın yerli halkını yolcu gemileri bu küçük adaya bir anda binlerce turist birden getirdiği için “Hareketlerini azaltabildikleri kadar azaltmalarını” istemiş! “Yerli halkı ve turistler artık Santorini’nin dar sokaklarına sığamıyor” diyor Elafros.
Santorini’yi yılda 3.4 milyon turist ziyaret ediyor. Yerli nüfus ise yaklaşık 20 bin. Yüksek sezonda adaya bir günde 17 bin gemi yolcusu birden yanaşıyor. Belediye Başkanı Nikos Zorzos, gemi yolcusu sayısının günde 8 bine düşürülmesini önermiş. Ancak, örneğin CNN’ye konuşan bazı turistik otel sahipleri sayıyı az dahi buluyor.
HALK SUSUZ OTELLER İSRAFTA
Ciddi bir sorun su eksikliği. Facebook’ta Girit Adası severlerin oluşturduğu ve benim de dahil olduğum bir grupta müstakbel bir turist soruyor, “Girit’e geleceğim ama su sıkıntısı yaşandığı söyleniyor, doğru mu?” Yanıt bir Giritliden geliyor: Köylerde su kesintisi çok ancak merkezlerdeki otellerde sular kesilmiyor, merak etmeyin!
Gazeteci Elafros da yaz aylarında su sıkıntısının önemli bir sorun olduğunun altını çiziyor:
“Çünkü iklim değişikliği nedeniyle su sıkıntısı yaşanıyor. Bazı adalarda su kesintileri yaşanıyor ancak büyük oteller ve villalar yüzme havuzlarında su israfı yapıyor. Ayrıca, turizm için yapılan toplu binalar manzarayı tahrip ediyor ve çevreyi bozuyor. Atina’da ve başka yerlerde binlerce dairenin Airbnb için ayrılması, ev fiyatlarını zirveye taşıdı. Restoranlar ve tavernalar da turistlere yönelik oldukları için çok pahalı hale geldi. Adalara giden feribotların biletleri de çok pahalı.”
Çalışanların yüzde 60’ının bu yaz turistik tatil yapamadığı Yunanistan’da turizm sektörü önemli bir istihdam alanı. Gazeteci Elafros bu sayının yaz aylarında 700 bine ulaştığını söylüyor:
“Yaklaşık 350 bin kişi ise sürekli çalışıyor. Temel sorun, düşük ücretlerle birlikte işin aşırı yoğunlaşması. Birçok işçi 3 ay boyunca haftanın 7 günü, izin günü olmaksızın, günde 12 saate kadar çalışıyor! Kötü koşulların sonucu olarak bu yıl birçok otel personel bulamadı. 260 bin pozisyonun 60 bini boştu.
İŞGALE HAYIR, İNSANİ ÇALIŞMA HEMEN
Elafros’a göre, “Yunanistan’da henüz aşırı turizme karşı bir hareket yok” Ancak zaman zaman yükselen tepki ve eylemlerin olduğunu söylüyor:
“Geçen yıl birçok adada ve sahil bölgesinde plajların özel şirketler tarafından işgal edilmesine karşı başarılı büyük eylemler yapıldı. Ayrıca Atina’da ve başka yerlerde ucuz konut ve Airbnb’ye sert kısıtlamalar getirilmesi için eylemler yapılıyor. Pek çok yerde çevreyi ‘betonlaşmadan’ korumak için mücadele veriliyor. İşçi hareketi, tüm işçiler için iyi ve çok günlük tatil hakkı, turizm endüstrisinde insani çalışma koşulları ve ücret artışı, doğanın ve şehirlerin turizm endüstrisinin kontrolsüz büyümesinden korunması taleplerini dile getiriyor.”
SINIFSAL DÖNÜŞÜM
‘Aşırı turizm’ aynı zamanda turistik bölgelerde bir sınıfsal dönüşüm de yaratıyor. Meksika’nın turistik kenti Oaxaca’ya gelen yerli ve yabancı turist sayısı 2020’den 2024’te yüzde 77’lik bir artış yaşayınca bunun canlı bir örneği haline gelmiş.
Bloomberg’in haberinde 2006’daki öğretmen grevlerinin ardından yöneticilerin kenti dönüştürmeye başladıklarına dikkat çekiliyor. Bunun için halkın “disneylandlaştırma” adını verdiği çeşitli yeni festivaller ve etkinliklerle kentin turistik dönüşümünün gerçekleştirildiğine işaret ediliyor. Kiralar son beş yılda iki kattan fazla artmış durumda. Merkezi mahalleler artık yerel halk için çok pahalı.
‘ÇÖZÜM SADECE EN ÇOK PARASI OLAN GELSİN Mİ?’
Bazı ülkeler turist sayısını sınırlarken para kaybetmek istemiyor. Örneğin İtalya’da Venedik kentine günübirlik giriş paralı (5 avro) yapıldı, belediye iki ayda 2.2 milyon avro kazandı. Ancak bu tür “önlemler”in artması, zaten birçok insan için imkansız, bir çoğu için de pahalı bir etkinlik haline gelmeye devam eden uluslararası seyahatin giderek zenginlere ait bir ayrıcalığa dönüşmesini de hızlandırabilir.
İspanya’nın en çok turistin ziyaret ettiği kenti Barselona’da ise son 10 yılda kiralar yüzde 70 civarında, konut fiyatları ise ortalama yüzde 40 oranında artmış. Belediye Başkanı Jaume Collboni, halihazırda kiralık tatil evi olarak faaliyet gösteren 10 bin 101 ruhsatı kasım 2028’e kadar iptal edeceğini duyurdu.
Bu kararın turizm gelirinin, otel ve benzeri lüks konutlarda tekelleşmesi, bu kez de ucuz turistik konaklamanın azalması anlamına da gelmesi mümkün. Uygulama ilerlediğinde, sonuçları görülecek.
ÇÖZÜMSÜZLÜK ÖRTÜSÜ: ‘SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK’
‘Aşırı turizmin’ çözümü ise “sürdürülebilir turizm” adıyla tartışılıyor. Artık sürdürülemez bir sistem olduğunun kendisi de farkında olan kapitalizm bir sorunu çözermiş gibi yapacağı ancak kesinlikle çözmeyeceği zaman başına “sürdürülebilir” koymayı seviyor.
Sınırları kimin geçebileceği, kentsel mekanların kime göre düzenleneceği, doğal güzelliklere kimin ulaşacağı, kimin yolculuğunun yasal olacağı konularını en eşitsiz şekilde düzenleyen, insanlık tarihi açısından vizesi çoktan dolmuş kapitalizme alternatif bulmayı tartışmaya başlamak, daha “sürdürülebilir” sonuçlar yaratabilir halbuki.