İzmir'de 1939'da dünyaya gelen Dorsay, Balkanlar'dan göç eden bir ailenin çocuğu olduğunu ve Galatasaray Lisesi'nde okumak için ailesiyle İstanbul'a geldiklerini söyledi.
Dorsay, gençliğinde dil öğrenme becerisi sebebiyle diplomat olmayı arzu ettiğini aktararak, "Babam demiryollarında genel müfettişti. Bana 'Büyükelçi bile olsan, devlet memuru olmayacaksın.' derdi. Bana bu imkanı tanımadı. Üniversite sınavlarına girdim. Hem İstanbul Teknik Üniversitesi hem de Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesinin mimarlık bölümü kazandım. Mimarlık bana çok şey öğretti. İstanbul'u çok iyi tanımayı, belli bir seyircilik zevki geliştirmeyi, mimarlık eğitimine borçluyum." şeklinde konuştu.
Henüz çocukken sinemaya aşık olduğunu, 12 yaşından itibaren defterler tutup, eleştiriler yazdığını dile getiren Dorsay, şu bilgileri verdi:
"Yazı yazmak da benim için çok büyük bir tutkuydu. Daha çocuk yaşımda Türk edebiyatının büyük isimlerini okumuştum. Türkçem de gayet iyiydi. 'Sinema üzerine yazacağım.' dedim. 1966'nın sonlarında Cumhuriyet Gazetesi'nin gedikli bir sinema eleştirmeni vardı. Baktım eleştirileri yazmıyor. Öğrendim ki bir yıllığına burs almış ve Avrupa'ya bir yere gitmiş. Hemen oturup o haftanın üç filmini yazdım, gittim. Genel yayın yönetmeni ve yazı işleri müdürü yazılara bakıp 'Tamam' dediler ama başka bir şey söylemediler. Hafta sonu gazeteyi açtım, benim yazım çıkmış. Bu benim hayatımın en güzel olaylarından biri oldu. Böylece 1966'da başlayan sinema yazarlığım tam 27 yıl Cumhuriyet gazetesinde sürdü. Oradan bir prensip nedeniyle ayrıldım. Ondan sonraki hayatım biraz inişli çıkışlı. Cumhuriyetten ayrılınca önce Milliyet gazetesi daha sonra Yeni Yüzyıl'da çalıştım."
Atilla Dorsay, ikinci iş olarak görülen sinema yazarlığının temel meslek haline gelmesinde katkılarının bulunduğunu, Sinema Yazarları Derneği'ni kurduğunu ve İstanbul Film Festivali'nin kurucu üyelerinden biri olduğunu anlattı.
Çok şanslı biri olduğunu kaydeden yazar Dorsay, "Ben zaman zaman yukarıdaki bir kuvvetin beni koruduğunu, hayatım boyunca en kritik olaylarda kanatlar altına aldığını düşünür gibi oluyorum. Benim tarifim şu olabilir; 'Hobilerini meslek olarak yapan ve o alanda ilerleyen bir insan.' Sinema benim hobimdi. Sinema üzerine yazmanın benim için bir meslek olacağını ben de düşünmezdim." diye konuştu.
Sinema eleştirmeni Dorsay, sinema yazarlığına inat ve tutkuyla bağlandığını ve bunu hala sürdürdüğünü vurgulayarak, şöyle devam etti:
"Birçok gazetede artık sürekli ve düzenli film eleştirisi kalmadı. Ama bunu yapanlar arasında çok sevdiğim ve değer verdiğim arkadaşlar var. Onları yakından izliyorum. Çünkü onlar ne olursa olsun, belli ölçüde benden etkilenmiş ve kanatlarım altına aldığım insanlar. Onlar benim için çok önemli. Şimdi her şeye rağmen birçok yerde film eleştirisi yapmak mümkün. Teknolojik ilerlemeyi inkar etmek mümkün değil. Birçok film birtakım kanallardan seyredilebiliyor. Sinemaya gitme zahmetine kalkışmak neredeyse lüzumsuz hale geliyor. Evde oturduğun yerde kanalları değiştirip filmleri izleyebiliyorsan niye kalkıp sokağa çıkıp, sinemaya kadar gidip, üstüne bir de para verip sonra eve döneceksin. Bilmem kaç lira verip belki de hiç beğenmediğin bir film seyredeceksin. O dijital kanalların bence insanlara verdiği bazı şeyler de var. Bir de ayrıca o teknoloji sinemaya da çok yararlı oldu. Eskiden filmler alınırdı ve Anadolu'ya film çıkarmak için aynı filmden 35-40 kopya bastırmak gerekirdi. Bugün bu yok, dijital bir kopya yolluyorsunuz, o kopya aynı binadaki birkaç salonda birden paralel olarak gösterilebiliyor. Bu o kadar büyük bir avantaj ki sinemacılar için... Sinema bütün bir yüzyıl ortak izlenilen bir sanat olarak gelişti. Sinemada etrafında insanlar olduğu halde güzel bir filmi izlemek inanılmaz bir şey. Bunu gerçek sinefiller bilir. Ben bunun gerçek anlamda yok olacağına inanmıyorum."
"İyi film ait olduğu türü en iyi gerçekleştiren filmdir"Dorsay, sanat filmlerinin tür sinemasına sırt çeviren bir tür olduğunu ve hayattan gerçek bir dilimi seyircisine ikram etme amacıyla çekildiğini belirterek, "İyi film ait olduğu türü en iyi gerçekleştiren filmdir" değerlendirmesinde bulundu.
Dorsay, Türk sinemasını hiçbir zaman küçük görmediğinin altını çizerek, sözlerini şöyle tamamladı:
"Film izlerken son zamanlarda küçük bir defter götürüp notlar alıyorum. O küçük notlar benim bazı filmler hakkında kimsenin bahsetmediği çok kişisel şeyleri kullanmama yarıyor. Aklınızda filmin temeli ve konusu kalır ama bu küçük notlar çok yararlı oluyor. Çünkü detaylar esası yapar. Bir filmde çok özel olan şeyleri o notlar sayesinde tutmaya çalışıyorum. Genel anlamda bir filmin en önemli yanı senaryosu, içeriği ve yönetmenin onları bize yansıtma biçimidir. Sonra görüntü yönetmeni ve müzikleri geliyor.
Bütün bu unsurlar bir araya geliyor çünkü sinema diğer bütün sanatları birer öge olarak kullanıyor. Dolayısıyla bütün bu öğelerin yerli yerinde olması ve hepsinin iyi elemanlara verilmesi gerekiyor. Yani iyi bir film yapmak dört başı mamur bir eser yapmak anlamına geliyor. Onun için çok dikkat isteyen bir sanat. Biz de eleştirirken aynı dikkatle eleştirmeliyiz.
Türk sineması bence iyi bir yere geldi. Hiç küçük görmemek lazım. Bugün dünyanın her tarafındaki festivallerde Türk filmleri derece alıyor. O kadar çok ki bazen üst üste geliyor, insan şaşırıyor. Bugün ben sinemamıza çok güveniyorum. Sinemamızın komedi yanını da çok seviyorum. Yıllar boyu Yılmaz Erdoğan, Cem Yılmaz gibi sanatçılar sinemaya çok büyük katkılarda bulundu. Türk sinemasında sevmediğim tek şey var, sözüm ona korku filmleri."