Hava Durumu

#Iklim Değişikliği

TOURISMJOURNAL - Iklim Değişikliği haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Iklim Değişikliği haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

Küresel ısınma turizm sezonunu uzatıyor Haber

Küresel ısınma turizm sezonunu uzatıyor

İklim değişikliği ve küresel ısınma nedeniyle bu yaz mevsim normallerinin üzerinde sıcaklıklar görüldü. Bu durum doğayı ve günlük hayatı birçok yönden etkilerken turizm sektörünü de etkiledi. Yaşar Üniversitesi Turizm Rehberliği Bölümü Başkan Vekili Prof. Dr. Orhan İçöz, hava sıcaklarının mevsim normalleri üzerinde seyretmesinin turizm sezonunu uzatmasından ziyade, kış sezonunu kısaltarak ve kaynakların fazla tüketimine neden olarak olumsuz etkilere sebep olduğunu söyledi. Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün (MGM) verilerine göre; Türkiye’de 2024 yılı temmuz ayı ortalama sıcaklığı, son 53 yılın en sıcak temmuz ayı olarak kayıtlara geçti. Uzmanlar, mevsimlerin kayması ve kuraklık konularının üzerinde dururken, turizm sektörü de bu sıcaklık değişikliklerinden etkilendi. Yaşar Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu Turizm Rehberliği Bölümü Başkan Vekili Prof. Dr. Orhan İçöz, küresel ısınma sonucunda ülkemizde yaz turizm sezonunun uzayabileceğini fakat bunun beraberinde su gibi kaynakların fazla tüketimi ve kış turizminin olumsuz etkilenmesi gibi dezavantajlar oluşturduğunu söyledi. Avrupa Birliği'nin yaptığı bir araştırmada ise küresel ısınmanın bu boyutta sürmesi durumunda turizmde mevcut durumun değişebileceği, gelecekte İskandinavya gibi daha serin Avrupa bölgelerinin avantajlı olabileceği ve serin hava arayan tatilcileri ülkelerine çekebileceği belirtiliyor. Yaz sezonunun uzaması kış turizmini etkiler İklim değişikliğinin turizm sektörü üzerindeki etkisinden bahseden Prof. Dr. İçöz, “Turizm mevsimsel hareketlerle çok yakından ilgili bir sektör olması nedeniyle sıcaklık değişimlerinden kaçınılmaz olarak etkilenmesi bekleniyor. Küresel ısınma bir taraftan sıcak havaların süresini ve hava sıcaklıkları düzeyini artırarak sıcak günlerin yıl genelinde artmasına neden olurken, diğer taraftan da azalan yağışlar susuzluk sorununa neden olduğunu ve kısalan karlı günler nedeniyle kış turizmini olumsuz yönde etkiliyor. Ülkemiz de az yağış alan bir iklim kuşağında olması nedeniyle küresel ısınmadan fazlasıyla etkileniyor. Son bir yıldır son yılların en kurak dönemi yaşanmış, buna bağlı olarak çok az yağış görülmüş ve kış turizmi destinasyonları neredeyse yapay kar üretecek duruma geldi” dedi. Uzayan sıcak günlerin Türkiye’de turizm sezonunu uzatabileceği konusunda iyimser bir yaklaşım olsa da mevcut pazarlar ve ziyaretçi profiline göre bu durum pek mümkün görünmediğini aktaran Prof. Dr. İçöz, şunları söyledi: “Yaz ve deniz turizmi pazarı genellikle öğrencilik ya da çalışma hayatı gibi uğraşıları olan genç ve orta yaşlı kesimden oluşuyor. Bu kesimin Haziran-Eylül dönemleri dışında fazlaca seyahat etme fırsatları yok. Bu nedenle, yüksek sezon olarak adlandırılan yaz dönemi dışında ülkeye gelecek turistler genellikle çalışma yaşamı sona ermiş olan ve tüm yıl boyu seyahat olanağı bulunan 3. yaş grubudur. Bu yaş grubu ise sıcak hava ve deniz gibi önceliklerden ziyade çoğunlukla kültür, sağlık, yürüyüş gibi aktivitelere katılmayı tercih ediyor. Dolayısıyla ülkemizin turizm olanakları zaten bu tür turistleri ağırlamaya uygun. Uzayan turizm mevsiminin hedefi yaz turistinden ziyade kültür ağırlıklı ve yılın her mevsimi seyahat edebilecek insanlar olmalıdır.” “Bodrum ve Marmaris doluluk oranları yüzde 98" Ülkemizin batı ve güney bölgelerinde turizm sezonunun oldukça uzun olduğunu anlatan Prof. Dr. İçöz, “Örneğin Antalya tüm yıl boyu turizme açıktır ve diğer popüler destinasyonlardan Marmaris Nisan- Ekim ayları ve Bodrum Mayıs- Ekim ayları arasında uzun bir sezona sahip. Bu bölgelerde konaklama tesislerindeki doluluk oranları bu yıl için yoğun sezonda yüzde 98, diğer dönemlerde de yüzde 70’lere varıyor” dedi. “Serin bölgeler ilgi görebilir" İklim değişikliğinin turistleri serin iklime sahip bölgelere yöneltebileceğini söyleyen Prof. Dr. İçöz, “İklim değişikliği ve küresel ısınma Dünya Turizm Örgütü ve Avrupa Birliği’nin de önemli bir gündemini oluşturuyor. Avrupa Birliği'nin konuyla ilgili yaptığı bir araştırmada, küresel ısınmanın bu boyutta sürmesi durumunda turizmde mevcut durumun değişebileceği, İskandinavya gibi daha serin Avrupa bölgelerinin gelecekte iklim değişikliğinden yararlanabileceği ve serin hava arayan tatilcileri ülkelerine çekebileceği belirtiliyor. Aynı araştırmada, ana tatil sezonunda da bir değişiklik olabileceği ancak bunun uzun vadede gerçekleşeceği belirtilerek, seyahat akımlarının yavaş yavaş değiştiği gibi, tatil koridorlarının da oldukça yavaş değiştiği vurgulanmış. Popüler destinasyonlarda görülen aşırı turizm olgusunun da bunu bir miktar tetikleyebileceği konusunda tahminler de var” diye konuştu. “Hedef az ve nitelikli turist omalı" Küresel ısınma ve yoğun turist ziyaretinin enerji kaybı etkisine dikkat çeken Prof. Dr. İçöz, “Ülkemiz artan sıcak günler ve azalan yağışlar nedeniyle bir taraftan turizm bölgelerinde fazla su tüketimi, diğer taraftan da sürekli çalışan soğutma (iklimlendirme) sistemleri nedeniyle ciddi bir enerji kaybı ve su sıkıntısı sorunu ile karşı karşıyadır. Hatta bazı destinasyonlarda turistlerin yüksek tüketimleri nedeniyle yerel halkın yaşam kalitesi ciddi zararlar görmektedir ve bundan dolayı turizme tepki görülmektedir. Bu nedenle, ülkemiz için daha fazla turist hedefinden çok, elit turizmi, sürdürülebilir turizm ve eko turizmin gündemimizde daha fazla yer alması gerekir. Daha fazla turist yerine daha az ama daha nitelikli bir turizm ülkenin temel hedefi olmalıdır” şeklinde konuştu.

Avrupa'da risk altında bulunan 17 UNESCO alanı belirlendi Haber

Avrupa'da risk altında bulunan 17 UNESCO alanı belirlendi

Yeni analizler, İsviçre Alpleri'nden Sydney Opera Binası'na kadar dünyanın en ikonik Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO) Dünya Mirası Alanları'ndan bazılarının iklim değişikliği nedeniyle yok olabileceğini gösteriyor. Sel, kıyı erozyonu, toprak kaymaları, şiddetli rüzgarlar, aşırı sıcaklar, fırtınalar ve kasırgalar, dünyanın dört bir yanındaki ikonik alanları vuran iklim değişikliği ile ilgili tehlikeler olarak karşımıza çıkıyor. İklim riski analiz şirketi Climate X, sera gazı emisyonlarının büyük ölçüde azaltılmaması halinde 2050 yılına kadar en fazla risk altında olan ilk 50'yi belirleyerek, bunların bu tür 500 simge yapıyı nasıl etkileyeceğini modelledi. Listede toplam 17 Avrupa Dünya Mirası Alanı yer alırken, sel ve kuraklık kıta genelinde önde gelen riskler olarak öne çıkıyor. İsveç ve Fransa, en fazla risk altındaki Dünya Mirası Alanları'na ev sahipliği yapıyor İsveç'in Engelsberg Demir Fabrikası, yüzey ve nehir taşkınları tehdidi nedeniyle "ilk 50 listesinde" dördüncü sırada yer alarak, Avrupa'da iklim değişikliği nedeniyle en fazla risk altında olan bölge oldu. Tarihi 17. yüzyıla kadar uzanan Engelsberg Demir Fabrikası, Avrupa sanayi kompleksinin seçkin bir örneği ve İsveç'in iki yüzyıl boyunca refahını artıran İsveç demir işleme tesislerinin en iyi korunmuş örneği olarak kabul ediliyor. Onu, "ilk 50 listesinde" altıncı sırada yer alan Fransa'nın Ardeche bölgesindeki Grotte Chauvet-Pont d'Arc takip ediyor. Yüzey taşkınları ve toprak kaymaları nedeniyle tehdit altında olan bu süslü mağara, 32.000 yıl öncesine kadar uzanan, dünyanın bilinen en eski ve en iyi korunmuş figüratif çizimlerini taşıyor. Diğer hangi Avrupa Miras Alanları iklim tehditleri ile karşı karşıya? 11'inci sırada yer alan İsviçre Alpleri'nin Jungfrau-Aletsch bölgesi Avrupa'nın en büyük buzuluna ev sahipliği yapıyor. Bu bölge nehir taşkınları nedeniyle risk altında. Almanya'nın Essen kentindeki Zollverein Kömür Madeni Sanayi Kompleksi 12'nci sırada yer alıyor. Burası da benzer tehditlerle karşı karşıyayken, azotlu gübre üretimi için hidroelektrik kullanan Norveç'teki Rjukan-Notodden Endüstriyel Miras Alanı 13'üncü sırada ve yüzey taşkınları nedeniyle risk altında bulunuyor. 17'nci sırada yer alan 1119 yılında kurulan Fransa'daki Fontenay Sistersiyen Manastırı da sera gazı emisyonları azaltılmazsa yüzeyi su taşkınları nedeniyle yok olabilir. Yaklaşık 100 kuş türünün üreme alanı olan 600 hektarlık bir tatlı su gölü olan ve ilk 50 listesinde 20'nci sırada bulunan Bulgaristan'ın Srebarna Doğa Koruma Alanı ve 27'nci sırada bulunan Romanya'daki biyolojik çeşitliliğe sahip Tuna Deltası da nehir taşkınlarının tehdidi altında. Almanya'daki Stralsund ve Wismar Ortaçağ Tarihi Merkezleri 22'nci sırada yer alırken, fırtına riskiyle karşı karşıya olan İngiltere'deki Studley Kraliyet Parkı'nın su bahçeleri ise 24'üncü sırada. Ayrıca İskoçya'da 45'inci sırada bulunan uzak St Kilda takımadaları ve 44'üncü sırada yer alan 18. yüzyıldan kalma değirmen köyü New Lanark toprak kaymaları nedeniyle çeşitli iklim tehditleriyle karşı karşıya. 31'inci sıradaki Norveç'in Bergen tarihi liman bölgesi kıyı taşkınları ve kuraklık riskleri ile karşı karşıya kalabilir. Fransa'nın Champagne kentindeki Ortaçağ Panayırları Kasabası Provins (32'nci) nehir taşkınları tehdidi altında görünüyor. 40'ıncı sıradaki Batı Norveç Fiyortları ve İspanya'nın 43'üncü sırada yer alan Vizcaya Köprüsü kıyı taşkınları riski altında bulunuyor. 33'üncü sırada yer alan İspanya'nın Doñana Ulusal Parkı da kuraklık ve nehir, yüzey ve kıyı taşkınları gibi birden fazla tehditle karşı karşıya kalarak ilk 50'de yer alıyor. ilk 50'nin geri kalanını Endonezya, Çin, Avustralya, Japonya ve Hindistan'daki alanlar oluşturuyor. Hükümetler, korumacılar ve küresel toplum için çarpıcı bir uyarı Climate X, kültürel veya doğal önemleri nedeniyle seçilen UNESCO Dünya Mirası Alanları'nın kaybedilmesinin yıkıcı olacağını belirtiyor. Şirket, karşı karşıya olunan iklim tehditlerinin mevcut durumda dünyanın dört bir yanındaki toplulukları ve ekonomileri etkilediği konusunda uyarıyor. Şirketin CEO'su ve kurucu ortağı Lukky Ahmed, "Bulgularımız, hükümetler, korumacılar ve küresel toplum için gezegenimizin korunmasına öncelik vermeleri ve gelecekteki yaşamı korumak için net bir uyarı görevi görüyor," diyor.

Turizm, iklim değişikliği etkisinde Haber

Turizm, iklim değişikliği etkisinde

Salihoğlu, tu­rizm sektörünün iklim değişi­mine uyum sağlayabilmesi için her şeyden önce sürdürülebilir hatta ekosistem temelli uygu­lamalar benimsenmesi gerek­tiğini kaydetti. Deniz ve kıyı ekosisteminin korunması için birçok proje­lerinin olduğuna değinen Ba­rış Salihoğlu, Marmara deni­zinin kirlilik ve oksijensizlik durumunu iyileştirmek üzere Çevre Şehircilik ve İklim Ba­kanlığı desteği ile yürüttükle­ri Marmara Denizi Bütünle­şik Modelleme Projesi (MAR­MOD) üzerinde çalıştıklarını söyledi. Bu projenin Marmara denizinin dijital ikizini oluş­turduğunu, dijital ikizini oluş­tururken hem Marmara Deni­zi’nin mevcut durumunu orta­ya koyduğunu hem de çözüm önerileri geliştirdiğini belirtti. Akdeniz kirlilik HUB’ını kura­rak, Akdeniz ‘deki karasal kö­kenli kirleticilerin oluşturdu­ğu plastik kirliliğine çözüm aradıklarını vurgulayan Sa­lihoğlu, tüm Akdeniz’deki pay­daşları bir araya getirdiklerini söyledi. Karadeniz’de önemli projeler yürütmekte oldukları­nı dile getirdi. Salihoğlu, “Bri­dge-BS projesi koordinatör­lüğünü yaptığımız bir Avrupa birliği projesi, bu ülkemiz için ilktir Karadeniz ‘deki kirlilik başta olmak üzere çoklu bas­kıların Karadeniz ekosistemi üzerindeki etkilerini araştırı­yoruz ve yine bunların ortadan kaldırılması için çözüm öneri­leri ortaya koyuyoruz” dedi. “Deniz Alan Planlaması yapılmalı” Deniz ve kıyı ekosistemini sürdürülebilir kılmak ama­cıyla yapılması gereken­ler hakkında bilgi veren Ba­rış Salihoğlu, ekosistemle­ri sürdürülebilir kılmanın ve öncelikle bu ekosistem­ler üzerinde etki eden farklı baskıları doğru anlamak ge­rektiğini söyledi. Bu baskı­ların en başında iklim deği­şimi, karasal kökenli kirlilik, balıkçılık, okyanus asitlen­mesi, oksijensizleşme ve kı­yısal yapılaşmanın geldiğini vurguladı. İklim değişiminin etkilerini kısa vadede azalt­manın mümkün olmadığını ve iklime dayanıklı ekosis­temler oluşturabilmek adı­na diğer baskıları ortadan kaldırmanın gerekli oldu­ğunu dile getiren Salihoğlu, “Bunun için öncelikle deniz alan planlaması yapılması ve farklı sektörlerin ekosistemi üzerindeki etkilerinin azal­tılmasına yönelik planların oluşturulması gerekmek­tedir. Bunun ötesinde de­niz alanlarının en az yüzde 30’unu 2030’a kadar koruma altına almak önemli bir he­deftir” diye konuştu.  “Tek kullanımlık plastikler ortadan kaldırılmalı”   Barış Salihoğlu, plastik atıkların deniz canlılarına ciddi zarar verdiğini, sürekli plastiklerin insan sağlığı üzerindeki etkilerinin tartışıldığını ama esas önemli olanın plastiğin ekosistem üzerindeki etkisi olduğunu vurguladı. Doğal ekosistemi ortadan kaldırdıktan sonra sağlıklı bir insan yaşamından bahsetmenin mümkün olmayacağını belirten Salihoğlu, “Tek kullanımlık plastikler bir an önce ortadan kaldırılmalı. Tüketim alışkanlıklarımızı gözden geçirip, yaşam şeklimizi değiştirmemiz gerekiyor. Tüketim üzerine kurgulanmış bir yaşam felsefesi hem ekosisteme zarar vermekte hem de insan sağlığını tehdit etmekte” dedi.

Yaz turizmi için ideal koşullar Karadeniz'e kayabilir Haber

Yaz turizmi için ideal koşullar Karadeniz'e kayabilir

İklim değişikliğinin etkileri bölgesel olarak değişkenlik gösterirken, bu etkilerin sektörel yansımaları da farklı oluyor. İklim değişikliğinin turizm sektörü üzerindeki mevcut etkilerinin de yakın gelecekte daha da belirginleşeceğini belirten Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Nazan An ve Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Tufan Turp, bunun önemli bir örneğinin, ülke gelirine doğrudan katkı sunan yaz turizmi destinasyonlarında beklenen değişiklikler olduğunu belirtti. İklim projeksiyonlarının, Akdeniz’deki popüler kıyı destinasyonlarının çekiciliğinin, yüzyıl ortasına kadar azalabileceğini ortaya koyduğunu belirten Dr. Nazan An, “Bu durum, özellikle yaz aylarındaki sıcak iklim koşullarında öngörülen artış ve buna bağlı olarak termal konfordaki azalmayla ilgili. Karadeniz kıyılarının Akdeniz’e alternatif bir turizm destinasyonu olarak potansiyeli değerlendiriliyor. Karadeniz Bölgesi, plaj turizmi için gerekli konfor düzeyini sağlayabilir. Özellikle Sakarya, Ordu, Samsun, Trabzon’da ve Rize’de bazı bölgelerin, Tatil İklim Endeksi (Holiday Climate Index, HCI) sınıflandırmasındaki en ideal koşullara ulaşabilir“ dedi. Uygun yaz koşulları kuşağı, kuzeye kayıyor İklim değişikliğinin, bir yandan turizm sektörü nedeniyle şiddetlendiğini, bir yandan da iklim koşulları dağılımında değişiklikler yaratarak turizmin mevsimselliğini, turizme olan talebi ve seyahat modellerini etkilediğini belirten Dr. Nazan An, “Bu durum, ortalama sıcaklıklar, güneşlenme süresi, yağış, nem ve rüzgar hızı gibi iklim özelliklerinin iklim değişikliğine bağlı değişmesinden kaynaklanıyor. Bugüne kadar yapılan birçok çalışma, turistlerin karar verme süreçlerinde iklimin önemli bir faktör olduğunu kanıtlar nitelikte. Bu da hem bugün hem de gelecekte, iklim değişikliğinin turizm talebi üzerinde etkili olacağını ortaya koyuyor” ifadelerinde bulundu. Kıyı turizminde ‘termal konfor'  İklim projeksiyonlarına göre, yaz aylarındaki sıcak iklim koşullarının artması ve insan vücudu için gerekli olan termal konforun azalmasının, önümüzdeki çeyrek asırda Akdeniz kıyılarının daha az çekici hale gelmesine neden olabileceğini belirten Dr. Tufan Turp ise “İnsan konforunu belirlemede öne çıkan bir gösterge olan Tatil İklim Endeksi (HCI), belirlenen lokasyonlarda insan konforunun nasıl etkileneceğini göstermeye veya konfor seviyesinin uygunluğunu ölçmeye yarıyor. HCI’den faydalanılan mevcut çalışmada da, iklim değişikliği ile mücadelenin bugünkü gibi zayıf olduğu kötümser senaryoda (RCP8.5), önümüzdeki yarım asırlık süreçte Karadeniz’de termal konforun ne şekilde etkilene ceği araştırıldı” dedi. Çalışmada, bağıl nem ve sıcaklık değerlerinden faydalanılarak hesaplanan termal konforun yanı sıra, bulut örtüsü, günlük yağış miktarı, günlük ortalama rüzgar hızı gibi ilgili başka parametrelerin de dikkate alındığını belirten Dr. Tufan Turp, “Tüm bu hesaplamalar sonucunda, 2026-2050 yılları arasında Karadeniz’de hem plajların hem de kentlerin insan konforu için ne derece uygun olduğu incelendi” bilgisini verdi. Dr. Turp, “Çalışmada ayrıca plaj ve kent skorları, bu ortamlarda farklı faktörlerin görece daha önemli olması dolayısıyla, ayrı ayrı hesaplandı. Örneğin plaj skorunda plajlarda sıcaktan bunalan insanların denize girip serinleme imkanı olduğundan termal konforun ağırlığı düşük tutulurken, bu, kentlerde çok mümkün değil. Öte yandan, bulutlu havalarda denize girmek yerine kent gezileri tercih edilebileceği için, plaj skorunda bulut örtüsünün ağırlığı daha yüksek” dedi. Uyum sürecini doğru yönetmek gerekiyor Araştırmacılar, Türkiye gibi, turizm gelirlerinin ekonomik açıdan fark yarattığı ülkelerin, iklim değişikliğinin turizm üzerindeki etkilerini ve zarar görebilirliklerini kapsamlı şekilde incelenmesi gerektiğinin altını çizdiler. Bu etkilerin de hem çok yönlü olabileceğini hem de lokasyonun özelliklerine göre farklılık gösterebileceğini belirten Dr. Nazan An ve Dr. Tufan Turf, turistik destinasyonların konumunun, popülaritesi ve turizm sezonunun zamanlamasının, turizm destinasyonlarının iklim değişikliğinden ne şekilde etkileneceğinin belirlenmesi açısından büyük önemli olduğuna vurgu yaptı.

Burdur Gölü iklim değişikliği nedeniyle can çekişiyor Haber

Burdur Gölü iklim değişikliği nedeniyle can çekişiyor

Dünya üzerinde gerçekleşen iklim değişikliği, yanlış yapılan tarım faaliyetleri, kaçak sondajlar ve can damarları üzerine kurulan barajlar nedeniyle kuraklıkla boğuşan Burdur Gölü, en yüksek olduğu 1971 yılındaki su seviyesinin neredeyse yarısını kaybetti. Türkiye’nin 7. büyük gölü olan ve kuraklıkla boğuşan Burdur Gölü gün geçtikçe farklı etkenlerden dolayı su kaybediyor. İklim değişikliği nedeniyle eskisi kadar yağışın olmaması, bölgede gerçekleştirilen tarımsal faaliyetlerde kaçak sondajların kullanılması, gölü besleyen derelerin üzerine barajların yapılması bunların başında geliyor. Özellikle son 3 yıldır bölgede yağış miktarının çok düşük olması nedeniyle beslenemeyen göl, çevresinde yerli halk tarafından yapılan büyükbaş hayvancılık ve vahşi sulama nedeniyle de günden güne yok oluyor. Son dönemlerde yerli halkın ekonomik getirisi yüksek olduğundan dolayı büyükbaş hayvancılığa yönelmesi nedeniyle bölgedeki arazilerine suyun en büyük düşmanı olan mısır ve yonca ekmesi, bunu da kurulan sondajlarla sulaması göl sularının çekilmesinde büyük rol oynuyor. Gölün en yüksek seviyeye ulaştığı 1971 yılının Temmuz ayında 857,37 metre olarak ölçülen su kotu 2024 Ocak ayındaki ölçümde 837,35 metreye düştü. Yine 1971 yılı Temmuz ayında 17 bin 998, 210 hektar alan ölçülen yüzey alanı 2024 Ocak ayında 12 bin 59,85 hektar alan olarak ölçüldü. Burdur Gölü’nün şu anki hacmi ise 3 bin 575, 33 hektometre küpe kadar düşmüş durumda. Bölgede 2005 yılından itibaren göl projelerinde yer alan ve büyükbaş hayvancılık ve sulu tarım yerine küçükbaş hayvancılık ve susuz tarıma geçilmesi adına çalışmalar yaparak bölge halkına örnek olmaya çalışan Veteriner Öztürk Sarıca; birçok araziye lavanta, gül, adaçayı ve ay çiçeği gibi susuz tarım ürünleri ekerek hem ekonomik getirisinin yüksek olduğunu hem de susuz olarak da tarım yapılabileceğini bölge halkına göstermiş durumda. Diktiği tıbbi aromatik bitkilerin bölgeye turizm getirisinin de olduğunu dile getiren Öztürk Sarıca, gölün kurumasının önlenemez olduğunu ancak kullanılan bu yöntemlerle yavaşlatılabileceğinin yöre çiftçilerine benimsetilmesi için çabalıyor. 2005 yılından itibaren Burdur Gölü’nün kurtarılmasına yönelik suların tasarruflu kullanılmasına yönelik çalışmalarını sürdüren Öztürk Sarıca, “Aslında artık Burdur Gölü’nün kurumama şansı yok. Burdur Gölü kuruyacak. Ama en azından biz Burdur Gölü’nün ömrünü uzatmaya çalışıyoruz. Özellikle etraftaki toz bulutlarının insan sağlığına zarar vermemesi için göl çekilirken en azından suyun çekilmiş olduğu alanlarda ki tozluk alanların tuzcul bitkilerle kaplanması adına ve Burdur’daki iklimin değişmemesi adına şu an da mücadele ediyoruz. Göller Yöresi ciddi anlamda küresel ısınmadan nasibini alan bir bölge. Burada ciddi anlamda iklimsel şartlar çok değişti. Artık daha fazla sıcak yaşamaya başladık. Dolayısıyla buharlaşma çok arttı. Bunun da yanında yörede ciddi anlamda bir büyükbaş hayvancılığı var. Aslında büyükbaş hayvancılığı için çok da uygun bir alan değil. Ama bunun yanında yıllardan beri büyükbaş hayvancılığı insanların ciddi anlamda ekonomik getirilerini sağladığı bir ekonomik getiri haline dönüştü. Büyükbaş hayvancılıkta mısır ve yonca üretimi olmazsa olmaz. Mısır ve yonca da çok fazla su tüketen bitkiler. Dolayısıyla göller yöresindeki göletler ve yer altı sondajlarının büyük bir kısmı bu mısır ve yonca üretimine destek veriyor. Dolayısıyla yer altı suları ve fosil sular artık kullanılmaya başlandı. Bu nedenle gelecek nesillerin içme suları bile tehlike altında. Tabii bir de Burdur Gölü’ne gelen akarsuların da önü barajlar ile kesilince Burdur Gölü buharlaşma ile kaybettiği su ve yer altından beslenememesinden dolayı hızlı bir şekilde yok olmanın eşiğine gelmiş durumda. Şu anda Burdur Gölü yarıya yakın kısmını kaybetti” şeklinde konuştu. Büyükbaş hayvancılığa alternatif yetiştiricilik modeline geçilmesi gerekiyor Göller yöresinde bu su kaybını yavaşlatmak adına yapılması gerekenlerden de bahseden Öztürk Sarıca, “Biz projemiz çerçevesinde yıllardan beridir özellikle alternatif üretim modellerini bölgede sunmaya çalışıyoruz. Büyükbaş hayvancılığa alternatif olarak küçükbaş hayvancılık ve su tüketmeyen aromatik bitkiler ya da günümüzde susuz tarım dediğimiz uygulamalar. Dolayısıyla bununla ilgili çalışmalar yapıyoruz. Özellikle yöreye uygun Honamlı keçisi yetiştiriciliği ve bunun yanında ekonomik değeri ciddi anlamda daha fazla olan lavanta, kekik, adaçayı gibi tıbbi aromatik bitkilere geçilmesi bölge ekonomisine hem katkı sağlanacaktır hem de diğer taraftan ciddi anlamda sular konusunda yörede kazanım sağlayacaktır” sözlerini sarf etti. Burdur Gölü’nün kurtarılması gibi bir çözüm yok sadece kuruma yavaşlatılabilir Burdur Gölü’nün ciddi bir yağış ve iklim değişikliği olmadığı sürece kurumaktan kurtulamayacağını dile getiren Öztürk Sarıca, “Burdur Gölü kuruyor. Burdur Gölü’nün kurtarılması diye bir çözüm yolu yok, artık o dönemler geçti. Artık yapılabilecek tek şey gölün ömrünü uzatmak adına çalışmalar olacaktır. Ciddi anlamda iklim şartları değişir, çok ciddi yağışlar alınırsa belki Burdur Gölü eski durumuna gelebilir ki şu an için öyle bir durum görünmüyor. Dolayısıyla bölgede yapılması gereken suyun tasarruflu kullanılması, vahşi sulamanın tamamen bitirilmesi, bunun yanında damlama sulama sistemlerine geçilmesi ve suyun yer altından borularla nakledilmesi gerekiyor. Özellikle sulama suyu konusunda. Ya da bölgede tamamen susuz yetişen tıbbi aromatik bitkilere geçilmesi gerekiyor. Bunun desteklenmesi lazım ki çiftçimiz bu modellere geçebilsin” dedi. Burdur Gölü'nün kuraklığa karşı verdiği mücadele ise havadan çekilen görüntülerle apaçık bir şekilde görülüyor.

Turizm sektörü ‘iklim değişikliği’ kaynaklı risklere hazırlanmalı Haber

Turizm sektörü ‘iklim değişikliği’ kaynaklı risklere hazırlanmalı

İklim krizi ve turizm ilişkisini dünya çapında değerlendiren ilk kapsamlı çalışma olan Turizm ve İklim Değişikliği Durum Değerlendirmesi Raporu, uzmanları arasında bulunduğum Turizm İklim Değişikliği Paneli (TPCC) tarafından COP 28 İklim Konferansı sırasında yayınlandı. Rapor, günümüzde, doğrudan ve dolaylı olarak, küresel salımların yaklaşık yüzde 8 ila 10’una neden olan turizm sektörünün, aynı zamanda iklim krizi karşısında ne denli kırılgan olduğunu ortaya koyuyor. Artan iklim tehditlerinin, turizm ekonomisi ve iklim kırılganlığı nispeten yüksek olan Türkiye dahil birçok ülkede, turizme darbe vurması beklendiğini söyleyen Doç. Dr. Cenk Demiroğlu, “Alçak rakımlarda kayak turizmi, aşınabilir kıyı şeritlerinde plaj turizmi ve bazı doğa temelli turizm türleri, iklim tehditleri artarken uyum önlemlerinin yetersiz olması nedeniyle, sürdürülemeyecek.Önümüzdeki süreçte, bir yandan turizm sektörünün iklim krizi karşısındaki kırılganlıklarını tespit edip gerekli önlemleri almak, bir yandan da turizm politikalarını iklim değişikliği çerçeveleriyle entegre ederek sera gazı salımlarını azaltmak gerekiyor” ifadelerinde bulundu. İklime dirençli turizm desteklenmeli  Turizmi olumsuz etkilemesi beklenen en önemli unsurlar arasında aşırı sıcaklar ve artan yangınlar bulunduğunun altını çizen Demiroğlu, “Dünyanın en turistik 100 şehrinde riskli derecede sıcak günler, 1950’lerden bu yana neredeyse yüzde 20 arttı; 2050lere kadar ise yüzde 13 ila 18 daha artması bekleniyor. Bu durum, uluslararası seyahat eden turistler için ciddi sağlık riskleri doğuruyor. Turistler, hem alışık olmadıkları bir sıcaklığa vardıkları hem de sıcaklık uyarılarına erişmekte güçlük yaşayabildikleri için, sıcaklığa bağlı hastalıklar konusunda daha kırılganlar” dedi. UNESCO Dünya Mirasları tehlike altında  İklim değişikliği nedeniyle deniz suyu seviyelerinde yaşanacak artışın, özellikle kıyı turizmi açısından ciddi bir tehlike barındırdığını belirten Demiroğlu, “Buna rağmen hangi bölgelerin ne ölçüde risk altında olacağına dair araştırmalar, henüz yeterli seviyede değil. Ancak rapordaki bulgular gösteriyor ki su seviyelerindeki yükselme, hem havalimanları gibi turizm altyapılarını hem de UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki birçok bölgeyi tehdit edecek. Dünya Mirası Listesi’ndeki birçok yapı, deniz kıyısında yer alıyor. Listedeki 340 alanın analizi, bunların yarısından fazlasının yüzyıl sonunda kısmen veya tamamen sular altında kalma riski bulunduğunu ortaya koyuyor. Örneğin Tayland’daki meşhur Ayutthaya Antik Kenti, bu yüzyıl içinde tamamen sular altında kalabilir. Çalışmaya göre, Türkiye’deki kıyısal miras alanlarının ise yüzde 10’a kadar batma tehlikesi altında olduğu söylenebilir” bilgisini verdi. Yüksek salımlı turizmden uzaklaşmak gerekiyor Turizm kaynaklı salımların da, küresel salımlara kıyasla daha hızlı arttuğına dikkat çeken Cenk Demiroğlu, “Dünya Seyahat ve Turizm Konseyi’nin (World Travel and Tourism Council, WTTC) yeni bir raporuna göre, 2010 ve 2019 yılları arasında turizm kaynaklı salımlar yüzde 2,5 arttı. Böylelikle, küresel salımların yüzde 1,3’lük artışını geride bırakmış oldu. Küresel turizm salımları ağırlıklı olarak yüksek gelirli dış pazarlarda ve destinasyonlarda yoğunlaşıyor. Örneğin uluslararası uçuşların yüzde 50’si, Avrupa’ya varıyor. Az gelişmiş ülkeler için ise bu oran - küresel nüfusun yüzde 12’sini oluşturmalarına rağmen - yalnızca yüzde 1,7. Turizm sektöründe sera gazı azaltma hedeflerine ulaşmanın en gerekli adımlarından biri, tüketici davranışı ve turizm pazarlamasının, çok yüksek salımlı turizm türlerinden uzaklaşmasını sağlamak” ifadelerinde bulundu. Kayak sezonu kısalıyor Kayak turizminin, alçak rakımlı bölgelerdeki ısınma ve kar yağışındaki azalmadan olumsuz etkilendiğine vurgu yapan Doç. Dr. Cenk Demiroğlu, “İleri seviyelerde karlama yapılan bölgelerde dahi kayak sezonu kısalıyor. Raporun bulgularına göre, 2050 yılında küresel ısınmanın kaç derece gerçekleşeceğine bağlı olarak, kayak sezonundaki ortalama kısalma yüzde 15 ile 22 arasında değişecek. Bu azalma, yüzyıl sonuna doğru giderek daha dramatik bir hal alabilir: Kayak sezonunun 2080 yılında bugüne kıyasla yüzde 20 ile 42 daha kısa olacağı tahmin ediliyor” dedi.

İklim değişikliği Akdeniz'deki toplu pina ölümlerini tetikledi Haber

İklim değişikliği Akdeniz'deki toplu pina ölümlerini tetikledi

Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Sarı, iklim değişikliğine bağlı deniz suyu sıcaklıklarındaki artışın Akdeniz'deki pinaların toplu ölümünde asıl faktör olduğunu kaydetti. Akdeniz havzasına özgü endemik bir kabuklu midye türü olan pinalar, kıyıdan 60 metre derinliğe kadar dağılım gösteriyor. Ortalama ömürleri 50 yıl olan ve boyları 120 santimetreye kadar ulaşabilen pinalar, saatte 6 litre deniz suyunu filtre ederek arıtılamayan atıkları temizleme özellikleri sayesinde deniz ekosisteminin doğal filtresi olarak nitelendiriliyor. İklim değişikliğinin pina popülasyonu üzerindeki etkileriyle ilgili AA muhabirinin sorularını yanıtlayan Sarı, canlı pina popülasyonunun sadece Marmara Denizi'nde kaldığını söyledi. İspanya kıyılarında 2016'da başlayan toplu pina ölümlerinin 2019'a gelindiğinde Çanakkale Boğazı'na kadar ulaştığını aktaran Sarı, "Biz bugün itibarıyla Çanakkale Boğazı ile Cebelitarık Boğazı arasında kalan Akdeniz'in bütün bölgelerindeki pina popülasyonlarını kaybettik." dedi. Sarı, pina ölümlerinin nedenlerine ilişkin şu değerlendirmelerde bulundu: "Pinaların toplu ölümünde esas itibarıyla etkili olan faktör; iklim değişikliğine bağlı deniz suyu sıcaklıklarındaki artış. Bu artış tuzluluğu da beraberinde getirdi ve buna bağlı başka zamanlarda, başka yerlerde toplu ölümlere neden olmayan bir parazit pinalara bulaşarak toplu ölümlere neden oldu. Bu parazitin bulaşmasıyla pinanın bağışıklık sistemi zayıflıyor. Bağışıklık sistemi zayıfladığında ortamda bulunan diğer organizmalar devreye giriyorlar, bakteriler, virüsler gibi. Eğer suda kirlilik ve plastik atıklar da mevcutsa ölüm oranı daha da hızlanıyor ve artıyor. Yani 3 yıl içerisinde bütün pinaları topluca kaybetmiş olmamızda bu çoklu etkinin mutlaka payı var. Lakin tetikleyicilerin en başında iklim değişikliği geldiğini vurgulayalım." "Deniz çayırlarının sökülmesi popülasyonu etkiliyor" Akdeniz havzasındaki deniz suyu sıcaklıklarının 50 yıllık ortalamadan 2 derece daha yüksek olduğu bilgisini paylaşan Sarı, suların enerji ve ısı depolama kapasitelerinin topraktan 5 kat fazla olduğunu, bu nedenle deniz sularının toprak gibi hızlı soğuyamadığını ve birikme etkisinin zamanla artarak pinaları olumsuz etkilediğini anlattı. Pinaların doğal yaşam alanı deniz çayırlarının sökülmesinin pina popülasyonunun azalmasına yol açan önemli sorunlardan biri olduğunu belirten Sarı, kıyıların yanlış kullanımı ve doldurulması, deniz dibini kazıyan balıkçı ağları ve demirleme faaliyetlerinin de pina popülasyonunun azalmasına neden olduğunu bildirdi. Prof. Dr. Sarı, "Şu anda pinaya en büyük tehdit insandan geliyor. Pinalar, iklim değişikliğine bağlı toplu ölümlerle karşılaştı ama Marmara Denizi'nin özel yapısı onu korudu. Şimdilik Marmara'da canlılığını koruyor, gayet sağlıklı şekilde popülasyon devam ediyor ama biz kıyıları tahrip etmeye devam edersek pinanın yaşayacak yeri kalmayacak." değerlendirmesinde bulundu. Marmara Denizi'nin etrafında yaşayan 25 milyon kişinin evsel atıklarının sadece yarısının arıtılabildiğine, geri kalan kısmının ise arıtılmadan doğrudan denize boşaltıldığına dikkati çeken Sarı, bu kirliliğin de pinaları olumsuz etkileyebileceği öngörüsünde bulundu. Sadece Marmara Denizi'nde kalan pinna nobilis türünün Akdeniz'de 20 milyon yıl boyunca yaşadığından bahseden Sarı, Marmara Denizi'nde pinaların yok olması durumunda daha kirli bir denizle karşı karşıya kalınacağı uyarısında bulundu. "Müsilajsız Marmara istiyorsak pina bizim umudumuz" Pinaların deniz suyundaki plankton denilen mikroskobik bitkisel ve hayvansal organizmaları süzerek beslendiğinden ve bu esnada bulunduğu bölgelerde suyu berraklaştırdığından bahseden Sarı, "Marmara'nın kirlilik yükünü azaltmada pinalar bize yardımcı, suları filtre ediyor. Pinanın son sığınağı Marmara Denizi, diğer taraftan da biz müsilajsız Marmara istiyorsak pina bizim umudumuz." ifadelerini kullandı. Erdek Körfezi'nde 100 metrekarede 70'in üzerinde pina popülasyonu bulunduğunu ve pinalara zarar verilmesi durumunda 16 bin 561 TL para cezası kesildiğini belirten Sarı, pinaların korunması için yapılması gerekenlerle ilgili şu tavsiyelerde bulundu: "Denizel kıyıları kullanırken, bizim hiç önem vermediğimiz o sığ kıyısal alanın, pina başta olmak üzere bir sürü deniz canlısı için hayati önemde olduğunun farkına varıp doldurmaktan vazgeçmeliyiz. Tabii ki turizm faaliyetleri başta olmak üzere hiçbir nedenle deniz çayırlarını sökmemeliyiz, zarar vermemeliyiz. Denizi, kirletmediğimiz gibi var olan kirliliği azaltacak unsurları ortadan kaldırmamalıyız ve tabii ki yanlış avcılık tekniklerinden, kıyıdaki pinaya zarar verecek demirleme ve dalış faaliyetlerinden de olabildiği kadar uzak durmamız gerekiyor."

Sıcak iklim turizmde rotayı Karadeniz'e çevirdi Haber

Sıcak iklim turizmde rotayı Karadeniz'e çevirdi

ABD Havacılık ve Uzay Ajansı (NASA) Goddard Uzay Araştırmaları Enstitüsü'nden (GISS) bilim insanları, geride kalan temmuz ayında dünyada sıcaklık rekoru kırıldığını açıkladı. NASA'dan yapılan açıklamada; sıcaklık kayıtlarının 1880'den beri tutulduğu hatırlatıldı ve son 143 yıldaki en sıcak 5 Temmuz'un, son 5 yıl içinde yaşandığı kaydedildi. Temmuz 2023'ün, tüm temmuz aylarından 0,24 derece ve 1951-1980'deki temmuz ayı sıcaklık ortalamasından 1,18 derece daha yüksek olduğu belirtildi. Küresel iklim değişikliğinin Türkiye'yi önemli ölçüde etkileyeceğini söyleyen İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölüm Başkanı, Afet Yönetimi Enstitüsü ve İklim Değişikliği Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, iklim değişikliğine turizm, tarım ve göç olarak bakıldığında bazı yerlerin dezavantajlı, bazı yerlerin ise avantajlı odlduğunu dile getirdi. "Özellikle Ege ve Akdeniz'de yağışlar yüzde 50 azalacak ve sıcaklıklarda büyük artışlar görülüyor. Türkiye'de iklim değişikliği ile yağışların artacağı tek yer; Karadeniz Bölgesi." diyen Kadıoğlu, "Sıcaklıklar kıyıda artıyor ama yine de dağlar yükseldikçe, özellikle 1500 metre ve üzeri çok fazla etkilenmiyor. O yüzden Karadenizliler geri dönüyor. Zaten Karadenizliler belli bir süre sonra topraklarına geri döner. Emekli olmadan dönmeye çalışıyorum. Tabii İstanbul'da deprem korkusu da var." değerlendirmesinde bulundu. İklim değişikliğinden turizm sektörünün de etkileneceğini, sıcak hava nedeniyle deniz turizminin gözden düşeceğini belirten Prof. Dr. Kadıoğlu, "Sıcak hava dalgaları, kent ısı adası etkisi derken kaçılacak yer aslında 1500 metre üzeri; Karadeniz. Burası cennet. Zaten Araplar için cennet burası. Bizim milletimiz ise sıcaktan kaçıp, daha sıcak yere gidiyor. İklim değişikliği, deniz, kum ve güneş turizmini değiştirecek. Yazın ortasında pik yapan turizm mevsimi ikiye bölünecek. Aynı güneyde olduğu gibi Akdeniz'deki turizm mevsimi, bahar aylarına kayacak. İnsanlar yazın ortasında Karadeniz'e gelecek. Bazıları benim gibi erken geliyor. İklim değişikliğinden en çok etkilenecek sektör özellikle kış turizmi, sonra yaz turizmi oluyor. Çok sıcak aylarda Karadeniz'e hücum olacak. Bunun yanında tarım da çok büyük problem." diye konuştu. Kadıoğlu, Karadeniz'in göç alacağını ve bunu fırsata çevirmek için çalışılması gerektiğini belirtti. Kadıoğlu şöyle devam etti: "Bu şansı, fırsata çevirmenin tek şartı var; doğayı korumak. Turizmin ham maddesi doğadır, doğayı korumazsanız turizm olmaz. Karadeniz'in planlı ve programlı şekilde turizme açılması gerekiyor. Doğayı katledecek şekilde, her yeri beton yapmak doğru değil. Karadeniz ekolojik turizme, doğa turizmine hatta gastro turizme açılabilir. Bunu Araplar fark etmiş. Türkler de yakında fark edecek. İç ve dış göçler, belli bir yere yoğunlaştığı zaman; orası hiçbir vakit bunu kaldıramaz. Sonsuz göçü kaldırabilecek hiçbir kent yok. O yüzden Karadeniz'in, Trabzon ve ilçelerinin bir limiti olması lazım. Trabzon'un gelecekteki trendleri yakalayacak şekilde iyi planlanması gerekiyor. İstanbul'da sınır tanımadık, obez bir şehir oldu artık çökmeye gidiyor. Havası, suyu, yolu ne kadar nüfus ve turist kaldırır; bunu hesaplamak ve üzerine çıkmamak lazım. Eğer üzerine çıkılırsa Trabzon da yok olur."

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.