Hava Durumu

#Osmanlı

TOURISMJOURNAL - Osmanlı haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Osmanlı haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

Türk Tıp Tarihinin İlk Doğumevi Demirkapı Viladethanesi Havadan Görüntülendi Haber

Türk Tıp Tarihinin İlk Doğumevi Demirkapı Viladethanesi Havadan Görüntülendi

İSTANBUL (İHA) - Türk tıp tarihinin mihenk taşlarından biri olarak kabul edilen Demirkapı Viladethanesi, 1892 yılında Gülhane Parkı içinde açılarak ilk doğumevi olarak hizmete girmişti. O dönemde doğumların evde, ebeler tarafından yapılması yaygınken, bu yenilikçi girişim Osmanlı İmparatorluğu'ndaki tıbbi alanda önemli bir adım olmuştu. Konuyla ilgili açıklamalar yapan Tıp Tarihçisi Prof. Dr. Ayten Altıntaş, Demirkapı Viladethanesi'nin açılmasında önemli bir figür olan Besim Ömer Akalın’ın, dönemin padişahı Sultan 2. Abdülhamid’i ikna etme sürecini detaylı bir şekilde anlattı. Prof. Dr. Altıntaş, Osmanlı döneminde kadınların evde, ebeler aracılığıyla doğum yaptığı bir dönemi anlatırken, doğumhaneye gayrimeşru doğumlar yapılacağı korkusuyla karşı çıkıldığını aktardı. Akalın'ın yalnızca gayrimeşru doğumlar için değil, tıbbi müdahale gerektiren doğumlar için de gerekli olduğuna dikkat çektiğini ekledi. Besim Ömer Akalın’ın Fransa'da kadın doğum ihtisası yaptıktan sonra, kendi imkanlarıyla bir iki katlı bina bulup restore ederek doğumevi açma çabalarını ve bu çabaların arkasındaki sosyal ihtiyaçları vurguladı. TIP TARİHİMİZDE BİR DÖNÜM NOKTASI: GÜLHANE PARKI’NDAKİ İLK DOĞUMEVİ   1892 yılında açılan ve Gülhane Parkı içinde yer alan Demirkapı Viladethanesi, tıbbiyenin kadın doğum bölümünün öğrencileri için de eğitim alanı sağlamıştı. Ancak zamanla sağlık hizmetlerinin artan gereksinimleri doğrultusunda bu bina İslam Bilim ve Teknoloji Müzesi’ne dönüştürüldü. Prof. Dr. Altıntaş, Sultan 2. Abdülhamid’in bu yenilikçi adımı nasıl desteklediğinden de bahsetti. Altıntaş, Besim Ömer Akalın’ın, yalnızca fakirlerin ve kimsesizlerin doğumları için değil, her türlü tıbbi müdahaleye ihtiyaç duyulan doğumlar için de bu doğumevinin gerekliliğini vurguladığını belirtti. Besim Ömer Akalın’ın yaptığı bu yenilikçi çalışmanın, dönemin sağlık sistemi için ne denli önemli bir devrim olduğunu ve tıbbi bir ihtiyaçtan doğduğunu ifade etti. Altıntaş, "Sultan 2. Abdülhamid sağlığa çok önem veren bir padişahtır. Besim Ömer'in yazılarını okudukça doğumevinin herkese lazım olduğunu kabul etmiştir. Bebekler, anneler ve tıbbiyedeki öğrencilerin eğitimleri için gereklidir. Eğitimler ve hizmetler devam ederken 2. Abdülhamid büyük bir para vererek yeni bir doğumevi yapılmasını istiyor. Daha sonra Kadırga'da çok güzel bir doğumevi yapılıyor" dedi. Günümüzün tıbbi imkanlarının çok ötesinde olan dönemin zorluklarına rağmen, Viladethane’nin açılması, dönemin sağlık sisteminde önemli bir adım olarak tarihe geçmişti. Prof. Dr. Altıntaş, son dönemde gündemde olan yenidoğan ölümleriyle ilgili olarak da önemli açıklamalar yaparak, sağlıkta insan odaklı yaklaşımın önemine değindi. Bebeklerin yaşam şanslarının artırılmasında doktorların sorumluluklarına dikkat çekerken, aynı zamanda tıbbın insana hizmet etme amacını yitirmemesi gerektiğinin altını çizdi.

İstanbul'un Tarihi Silueti Yeniden Canlanıyor: Yedikule Hisarı'na İlk Külah Takıldı Haber

İstanbul'un Tarihi Silueti Yeniden Canlanıyor: Yedikule Hisarı'na İlk Külah Takıldı

İSTANBUL (İHA) - İstanbul'un zengin tarihine ışık tutan Yedikule Hisarı, Fatih Belediyesi'nin öncülüğünde yapılan restorasyon çalışmalarıyla gün yüzüne çıkıyor. Bizans İmparatorluğu ve Osmanlı Devleti'ne ait önemli bir miras olan bu tarihi yapıda, yıllar boyunca kaybolan külah çatılar yeniden inşa edilmeye başlandı. 19. yüzyılda yok olan ilk külah, Koruma Kurulu onaylı proje kapsamında Yedikule Hisarı'nın giriş kulesine yerleştirildi. Tarihi yapının restorasyonu sırasında, minareler ve kubbelerle süslenmiş İstanbul silueti, eksik parçalarıyla tekrar bir bütün haline gelmeye başladı. Fatih Belediyesi, 2020 yılında başlattığı kapsamlı restorasyon çalışmalarında Yedikule Hisarı'nın özgün mimari özelliklerini geri kazandırmayı hedefliyor. Restorasyon süreci boyunca, yapının tarihsel belgeleri ve görsel kaynakları dikkatlice incelendi. Yapılan araştırmalar sonucunda, 16. yüzyılda Osmanlı seyyahları tarafından tasvir edilen Yedikule Hisarı'nın külahlarının, zamanla kaybolduğu belirlendi. Batılı çizerlerin de gravürlerinde yer alan konik külahlar, İstanbul'un siluetinde önemli bir yer tutuyordu.  Fatih Belediye Başkanı M. Ergün Turan, restorasyon süreci hakkında bilgi verirken, Yedikule Hisarı'nın uzun yıllar kapalı kaldığını ve 2020'den itibaren projelerin hayata geçirilmesi için bir bilim kurulu oluşturulduğunu ifade etti. Turan, "Yedikule Hisarı'nın üzerinde kuleler bulunuyor. Biz de bu şehrin siluetini tekrar inşa etmek istedik. Gravürlerde görünen kulelerinin ilkini, giriş kapısının üzerinde yerleştirerek tamamladık" dedi. Yedikule Hisarı'nı hem yerli hem de yabancı turistlerin ziyaret edebileceği önemli bir kültürel alan haline getirmeyi amaçladıklarını ekledi.  Yedikule Hisarı’nın restorasyonunda yer alan Bilim Kurulu Üyesi Yüksek Mimar İhsan Sarı ise, tarihsel gravürlerden yola çıkarak, külahların tarihi ve mimari önemine dikkat çekti. Sarı, "Yedikule Hisarı ile ilgili elimizde onlarca gravür var. Bu gravürlerin hepsinde külahlar görünüyor. Külahlar için tarihsel araştırma yapmaya başladık" diyerek bu külahların yapının kimliğinin bir parçası olduğunu aktardı. YÜKSEK MİMAR İHSAN SARI: "RESTORASYON ÇOK MALİYETLİ VE ZAMAN ALACAK" Yedikule Hisarı’nın geniş bir alanı kapladığını belirten Sarı, restorasyon sürecinin maliyetli ve zaman alıcı olduğunu, ancak İstanbul’un tarihi mirasını korumak adına gerekli adımların atıldığını vurguladı. "Kamu kaynaklarından belediye buraya belli bir bütçe ayırıyor. O bütçe mertebesinde anıt eserin restorasyonu devam ediyor. Dolayısıyla peyderpey bu külahların konulmasının doğru olacağını değerlendiriyoruz. Tabii ki kapsamlı araştırmalarımız yine devam ediyor. Bu esas bir kaynak sorunudur. Kaynak sorununu çözer ve kültürel altyapımızı da oluşturursak diğer külahlar da yerlerine konulacaktır" dedi. 

Manisa Mesir Macunu, Avrupa'dan Coğrafi İşaret Tescili Aldı Haber

Manisa Mesir Macunu, Avrupa'dan Coğrafi İşaret Tescili Aldı

MANİSA (İHA) - Türkiye'nin ve dünyanın en eski geleneklerinden biri olan Mesir Macunu, Avrupa Birliği tarafından coğrafi işaret olarak tescillendi. Manisa, tarihi festival geleneğiyle tanınırken, Mesir Macunu'nun bu tescili sayesinde uluslararası düzeyde tanınması hedefleniyor. Manisa'yı Mesir'i Tanıtma ve Turizm Derneği Başkanı Ufuk Tanık, bu başarıyı "Manisa'mıza hayırlı uğurlu olsun" diyerek kutladı. Tanık, Mesir Macunu'nun önce 2012 yılında UNESCO tarafından Somut Olmayan Kültürel Miras olarak kabul edildiğini hatırlatarak, 2018'de Türkiye'de coğrafi işaret aldığını ve şimdi de Avrupa'da tescillendiğini belirtti. Tanık, "Avrupa Birliği tescilini de aldıktan sonra bu geleneğimiz ve dolayısıyla mesir macunu ürünümüz artık tamamıyla, bir şekerleme ürünü olmasının dışında gelenek ve ürünün kendisi ile birlikte tescillenmiş oldu. Avrupa Birliği'ne üye tüm ülkelerde bu almış olduğumuz belge yayınlanacak ve ulaşamadığımız birçok kişiye bu şekilde Avrupa'da da ulaşmış olacağız" diyerek bu başarının hem Manisa'nın hem de Türkiye'nin turizmine önemli katkılarda bulunacağına inandığını ifade etti. Manisa'nın bu geleneğini yaşatmak ve ulusal pazarda hak ettiği değeri kazandırmak için destek veren herkese teşekkür eden Tanık, "Emek veren herkesin katkılarıyla bu belgeyi aldık. Mesir Macunu, tarihsel ve kültürel bağlarıyla sadece Manisa'nın değil, Türkiye'nin de önemli bir değeri" dedi. Mesir Macunu'nun ve bu yıl 484. kez kutlanan Uluslararası Manisa Mesir Macunu Festivali'nin tarihçesi ise oldukça ilginç. Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman'ın annesi Hafsa Sultan’ın hastalığına şifa bulmak amacıyla Merkezefendi tarafından geliştirilen bu özel karışım, 41 çeşit baharat ve ot içeriyor. Merkez Efendi, bu macunu hazırladıktan sonra Hafsa Sultan'ın iyileşmesi üzerine halkla paylaşılması için Manisa'nın merkez cami kubbesinden dağıtılmasını sağlamış. Nisan aylarında düzenlenen festivalde, bu gelenek yaşatılarak macunun halka saçılması sağlanıyor. Mesir Macunu içindeki 41 çeşit baharat, sağlık açısından faydalı özellikler sunuyor. Bu baharatlar arasında tarçın, karabiber, yenibahar, karanfil, zencefil, safran ve kimyon gibi bilinen birçok baharat yer alıyor.

Edirne Gastronomi Festivali'nde Duygusal Anlar Yaşandı Haber

Edirne Gastronomi Festivali'nde Duygusal Anlar Yaşandı

Edirne Valiliği’nin öncülüğünde bu yıl ilk kez düzenlenen "Topraktan Sofraya Edirne Gastronomi Festivali," zengin bir gala yemeği ile sona erdi. Türkiye’nin ünlü şefleri ve aşçıları ile festivale katkı sağlayan mutfak ustaları bir araya gelerek unutulmaz bir gece yaşadı. Gala gecesine katılan Edirne Valisi Yunus Sezer, Edirne’nin Osmanlı’ya 92 yıl başkentlik yapmış derin mutfak kültürüne vurgu yaparak, festivalin gelenekselleştirilmesini hedeflediklerini belirtti. Vali Sezer, "Edirne hem saray hem de Rumeli mutfağının olduğu bir şehir, menülerimiz gittikçe daralmış ve birkaç çeşit yemekten ibaret olmuş. 'Topraktan Sofraya' yemek kitabındaki reçetelerle hazırlanacak yemekler, umuyorum restoranlarda yer alacak. Böylece geçmişin zenginliğini tekrar yaşama ve geleceğe aktarma imkanı buluruz" dedi. USTA VE ÇIRAKLAR KUCAKLAŞTI Festival kapsamında katılımcılara belge takdim edilen ödül töreninde duygusal anlar yaşandı. Günaydın Et Restoranları Grubu Ortağı Şef Cüneyt Asan, usta-çırak ilişkisini onurlandırarak tüm katılımcıları ödüllerini verirken kucakladı. Ödül takdimine Edirne İl Kültür ve Turizm Müdürü Kemal Soytürk ve şef Esra Tokelli de katıldı. EDİRNE'NİN GELENEKSEL LEZZETLERİYLE "TOPRAKTAN SOFRAYA" MENÜSÜ Gala gecesinde davetlilere Edirne’nin yöresel lezzetlerinden oluşan özel bir menü sunuldu. Menüde köy ekmeği ve limonlu yanık tereyağı, kavun çekirdeği şerbeti, Edirne tarhana çorbası, cici papalı börülce salatası, reyhan şerbeti, vişne glazeli ciğer sarma, loznik isli yoğurtlu, soğan dolması, Edirne usulü kuzu kapama, Rumeli usulü kalburabastı, ayva marmeladı dolgulu acı badem kurabiyesi, ızgara borani, ızgara köy biberi, ve ekşimikli biber gibi özgün lezzetler ikram edildi.

Harput Kalesi kazılarında bin yıllık “sanayi sitesi” keşfedildi. Haber

Harput Kalesi kazılarında bin yıllık “sanayi sitesi” keşfedildi.

Tarihi Harput Kalesinde yapılan arkeolojik kazılarda, MÖ 3000 yıllarından itibaren yerleşim gördüğü belirlenen bin yıllık bir "sanayi sitesi" keşfedildi. Urartu Krallığı dönemine ait demir atölyeleri ve maden eritme ocaklarıyla dolu olan bu alanın, 1850'lere kadar aktif olarak kullanıldığı tespit edildi. Tarihi Harput Mahallesinde bulunan MÖ 3000 yıllarından itibaren yerleşime başlanan ve 8. yüz yılda Urartu Krallığı tarafından surlarla çevrelenen Harput Kalesinde Kültür ve Turizm Bakanlığı, Elazığ Valiliği ve Fırat Üniversitesinin desteğiyle yürütülen restorasyon ve arkeolojik kazı çalışmaları devam ediyor. FÜ Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Güzel Sanatlar Bölüm Başkanı Prof. Dr. İsmail Aytaç başkanlığında 11 yıldır yürütülen kazı çalışmaları çerçevesinde UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesine bulunan kalede, bu süre zarfı içerisinde birçok tarihi yapı ve 100 binden fazla tarihi eser objesi çıkartıldı. Urartu Krallığı tarafından surlarla çevrilen Harput Kalesinin batı surlarında iki burç arasında kalan bölgenin, 3 yıl süren kazı çalışmaları sonucu elde edilen buluntulardan, bin yıllık "sanayi sitesi" keşfedilmişti. Yapılan kazılar sonucu demir atölyeleri, maden eritme ocakları ve depo alanlarından oluşan bin metrekarelik kompleks bir alan olduğu tespit edilen sanayi sitesinde daha sonra elde edilen özellikle bakır sikke, porselen bazı mobilya aksamlar ve diğer buluntuların sanayi atölyeler bölümünün 1850'lere kadar kullanıldığı ortaya çıktı. Bizans, Artuklu, Selçuklu, Dulkadiroğulları, Akkoyunlular ve Osmanlı dönemlerinde aktif kullanıldığını ve en az bin yıllık olduğu tespit edilen atölyelerde kazı ve restorasyon çalışmaları sürüyor. ''İç içe geçmiş ısı derecelerine göre farklı amaçlarda kullanılan eritme fırınları yer alıyor'' Dönemin sanayi sitesi olarak kullanılan alan ile ilgili bilgi veren belirten Prof. Dr. İsmail Aytaç, ''Harput Kalesinde demirci atölyelerinin bulunduğu bölüm restore edilmiş olan kısmı. Bu gördüğümüz alan yaklaşık bin metrekarelik bir alan. Altta sarnıç üstte atölye olan kısımdayız. Yan taraftaki kazılarımız, çalışmalarımız devam ediyor. Buradaki kısımda ise restorasyonlar tamamlandı ve ziyarete açık hale geldi. İç içe geçmiş ısı derecelerine göre farklı amaçlarda kullanılan eritme fırınları yer alıyor. Yanlarında da yine burada çıkan demir külçeleri bulunmaktadır. Bölgede elde edilen bu külçeler buraya getirilmiş, mamule dönüştürülmüştür. Bazıları döküm tekniğiyle mamul olmuş bazıları da özellikle şekillendikten sonra dövme tekniğiyle mamule çevrilmiştir. Çok sayıda burada ok ve mızrak uçları, metal nal ve çivi, süs eşyası, mobilya aksamı çıktı'' dedi. ''Savaş zamanında daha çok askeri malzeme üretildiğini anlıyoruz'' Elde ettikleri objelerden bin yıllık olan sanayi sitesinin 150 yıl öncesine kadar kullanıldığını ifade eden Prof. Dr. Aytaç, ''Savaş zamanında daha çok askeri malzeme üretildiğini anlıyoruz. Barış zamanında da günlük yaşam ile ilgili eserlerin üretildiği atölyeler kısmı var. Zamanının sanayi sitesi demek yanlış olmayacaktır. Atölyeler bölümü en az bin yıllık ve 1850'lere kadar kullanıldığını söyleyebiliriz. Hem burada çıkan bir bakır sikkeden hem de porselen bazı mobilya aksamlarından ve diğer buluntular o tarihlere kadar buranın kullanıldığını gösteriyor. 1860'larda Harput Kalesinde askeri birlik garnizon şehre taşınınca burası da yavaş yavaş kullanımdan düşmüş, ondan sonra da toprakla kapanmıştı. Biz endüstri mirası olarak kazılarını yaptık ve turizme kazandırma noktasına geldik” diye konuştu.

Sivas’ta 458 Sit Alanı Bulunuyor: Tarihi Eserlerde Bakım ve Işıklandırma Eksikliği Haber

Sivas’ta 458 Sit Alanı Bulunuyor: Tarihi Eserlerde Bakım ve Işıklandırma Eksikliği

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2023 yılı "Kültürel Miras İstatistikleri"ni yayımladı ve bu verilere göre Sivas’ta 458 sit alanı bulunuyor. Bu alanlardan 453’ü arkeolojik, 3’ü tarihi, 1’i kentsel ve 1’i karma sit alanı olarak tanımlanıyor. Sivas Turizm Derneği Başkanı Hakan Bakar ise yaptığı açıklamada bu tarihi alanların bakım ve restorasyonuna yeterince sahip çıkılamadığını belirtti. Bakar, “Çevre düzenlemesi ve restorasyonlar yapılıyor ancak mevsimsel koşullar nedeniyle bu çalışmaları devam ettirme konusunda eksiklikler yaşıyoruz” dedi. “Sivas, birçok tarihi eseri barındırıyor” Hakan Bakar, TÜİK’in Türkiye genelindeki sit alanlarıyla ilgili verilerinin Sivas için de önemli bilgiler içerdiğini vurgulayarak, “2023 verilerine göre Sivas’ta 458 sit alanı bulunuyor. 2019’da bu sayı 388 civarındaydı. Yani son yıllarda 60-70 yeni sit alanı tespit edildi. Sivas’ın tarihi geçmişi M.Ö. dönemlere dayanıyor ve yerin altında hala keşfedilmeyi bekleyen zenginlikler var. Yoğun araştırmalarla yeni sit alanları ortaya çıkıyor” diye konuştu. Tarihi yapılar sokak sokak değişiyor Sivas’ta gezginler için ideal bir şehir merkezi bulunduğunu belirten Bakar, “Cumhuriyet Meydanı’nda Osmanlı, Selçuklu ve Cumhuriyet Dönemi’ne ait birçok eseri bir arada görebilirsiniz. Bir kaldırımdan diğerine geçtiğinizde yüzyıllar arasındaki farkı hissediyorsunuz. Kongre binası ve Kale Camii gibi yapılar sadece birkaç adım mesafede ve bu, ziyaretçiler için büyük bir avantaj sağlıyor” dedi. Tabelalar ve ışıklandırmada eksiklikler var Bakar, tarihi eserlerin tanıtımında ve bakımında eksiklikler olduğuna dikkat çekerek, “Tabelalarımız yeterince bilgilendirici değil ve çoğu zaman uygun yerlere yerleştirilmemiş. Ayrıca meydandaki bazı önemli yapılar, özellikle Çifte Minare ve Buruciye Medresesi, ışıklandırılmadığı için gece karanlıkta kalıyor. Bu bölgelerin aydınlatılması, tarihi eserlerin daha da öne çıkmasını sağlayacak” ifadelerini kullandı.

Osmanlı'nın Van'daki sembolü yeniden ibadete açıldı Haber

Osmanlı'nın Van'daki sembolü yeniden ibadete açıldı

2 bin 700 yıllık görkemli Van Kalesi'nin zirvesindeki Osmanlı sembolü Süleyman Han Camii, restorasyon çalışmalarının ardından yeniden ibadete açıldı. Osmanlı Devleti'nin yöreye hakimiyetini gösteren sembol bir yapı olan Van Kalesi'nin zirvesindeki Süleyman Han Camii’nin restorasyon çalışmaları tamamlandı. Dünyadaki sayılı eski yapılardan biri olan Van Kalesi, aradan geçen 2 bin 700 yıla rağmen bugün büyük kısmıyla hala tüm görkemiyle ayakta duruyor. Urartu Kralı 1. Sarduri tarafından milattan önce 840-825 yıllarında Van Gölü kıyısına inşa edilen kalenin zirvesinde ise Süleyman Han Camii yer alıyor. Van Kalesi'nin siluetini etkileyen önemli kalıntılardan biri olan cami; Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Van Valiliği tarafından restore edildi. Restorasyon çalışmaları tamamlanan cami, bugün Van İl Müftüsü Dr. Mehmet Sırrı Şık’ın kıldırdığı Cuma namazıyla birlikte ibadete açıldı. Kılınan namaz sonrası açıklamalarda bulunan Van Valisi Ozan Balcı, şehrin imar ve inşa edilmesi anlamında büyük gayretlerin olduğunu belirtti. Bu çalışmaların vatandaşın huzuru, refahı ve esenliği için yapıldığını ifade eden Vali Balcı, "Burada valilik başta olmak üzere; siyasetçilerimiz, milletvekillerimiz, iş dünyamız, çiftçilerimiz, işçilerimiz, basınımız, bürokrasimiz, üniversitemiz toplumun bütün kesimleriyle beraber birbirimizi severek kaynaşarak gelecek kuşaklara hazırlamaya çalışıyoruz. Burada güzel işler oluyor. Bu işleri de inşallah artırarak devam edeceğiz” dedi. “Camimizi bugün ibadete açtık” Görkemli Van Kalesi’nde fetih hatırası olarak Osmanlı Cihan Devleti tarafından bir cami inşa edildiğini hatırlatan Balcı, “Bu cami tarihin değişik döneminde restore edilmişti. Daha sonra biz de yeniden restore ettirdik. Restorasyonu biten camimizi bugün ibadete açtık. Güzel bir eser oldu. Emeği geçen herkese yürekten teşekkür ediyorum. Bizler sadece bu caminin restorasyonu değil, eski Van şehrinde yer alan 700 yıllık Ulu Cami, Kızıl Minareli Cami ve Horhor Cami'nin de ihalesini yaparak restorasyonlarını başlattık. Eski Van şehrini de ayağa kaldırdığımız zaman kentin kültür ve turizmine çok büyük değer katmış olacağız” diye konuştu.

Osmanlı'dan kalan yüzlerce yıllık gelenek bu yıl da unutulmadı Haber

Osmanlı'dan kalan yüzlerce yıllık gelenek bu yıl da unutulmadı

Bilecik'te yüzyıllardır Osmanlı'dan gelen, minareden Ramazanın son günü çocuklara sepetle şeker sarkıtma geleneği bir kez daha gün yüzüne çıkarıldı. Bilecik Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından Osmanlı döneminde gerçekleştirilen minareden aşağıda bekleyen çocuklara sepetle şeker sarkıtma geleneği bir kez daha canlandırıldı. Ramazan ayının bütün güzellikleri tüm yurtta olduğu gibi Osmanlı medeniyetinin doğduğu topraklar olan Bilecik'te de yaşanılıyor. Mahalle iftarları, Osmanlı çeşmelerinden şerbet ikramı, Osmanlı davulcu geleneği ve Osmanlı Çınaraltı Helva İkramı gibi gelenekleri tekrar gün yüzüne çıkarken, Ramazan'ın son günü çocuklara minare başında sepetten şeker sarkıtma geleneği yapıldı. Osmanlı devri Türk mimari sanatının dini mimari alanında ilk kubbeli yapı denemesinin örneği olan ve ilk minaresi 30 metre kuzeyinde yüksek bir kaya üzerine inşa edilen tarihi Orhan Gazi Camii minaresi önünden çocuklara minareden sepetle şeker sarkıttılar. "Bu geleneği çocuklarımıza tekrar aynı coşkuyla, mutlulukla yaşatmak istedik" Öğrencileri etkinliğe getiren özel bir okul sahibi Aliye Ayaz, "Bugün burada Osmanlı dönemindeki Ramazan geleneğimizi yaşatmak için toplandık. Öğrencilerimizi buraya getirdik. Arkamızda gördüğünüz minareden sepetimizi sallandırdık. Çikolatalarımızı aldık. Herkese iyi bayramlar diliyorum" dedi. "Bu gelenek yaklaşık 450 yıldır süregelen bir gelenek" Bilecik İl Kültür ve Turizm Müdürü Serkan Bircan ise Osmanlı devletinin kurulduğu topraklarda Bilecik’te olduklarını söyleyerek, "Osmangazi ve Şeyh Edebali Hazretleri’nin atının ayak izleri olduğu ve şu an metfun bulunan Osmanlı Devletinin manevi kurucusu Şeyh Edebali Türbesi'ndeyiz. Bugün bir Osmanlı geleneğimizi minareden sepet sallandırma geleneğini gerçekleştirdik. Bizde bu geleneği çocuklarımıza tekrar aynı coşkuyla, mutlulukla yaşatmak istedik. Geleneğimiz şu şekilde bayramın müjdecisi olarak ikindi namazından sonra hocalarımız minareye çıkıp çocuklarımıza bayramı müjdelemek adına çocuklarımıza sepet sallandırarak minareden çikolatalar ve hediyeler, çeşitli hediyeler, akideler, şekerler hediye ederlermiş. Biz de bu geleneğini burada Bilecik’te yaşattık" dedi.

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.