Hava Durumu

#Osmanlı

TOURISMJOURNAL - Osmanlı haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Osmanlı haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

Palu’da 3 bin yıllık geçmiş gün yüzüne çıkıyor Haber

Palu’da 3 bin yıllık geçmiş gün yüzüne çıkıyor

Elazığ’ın Palu ilçesinde bulunan 3 bin yıllık tarihi Palu Kalesinde, Kültür ve Turizm Bakanlığının onayının ardından arkeolojik çalışmalar başlıyor. Doğu Anadolu Bölgesi'nin Yukarı Fırat bölümünde bulunan, yaklaşık 7 bin yıllık tarihe sahip olan Elazığ'ın Palu ilçesinde bulunan Palu Kalesinde arkeolojik çalışmalar başlıyor. Urartu Kralı Menuas tarafından inşa edilen ve Murat Nehri kıyısında yükselen Palu Kalesi, yaklaşık 3 bin yıllık geçmişiyle Anadolu’nun en eski ve etkileyici yapılarından biri olma özelliğini taşımaya devam ediyor. Kalenin içerisinde Urartu dönemine ait çivi yazılı kitabeler, kaya mezarları, tüneller, tapınaklar, nişler ve su sarnıçları gibi birçok arkeolojik kalıntıya ev sahipliği yapan bu görkemli yapı yer alıyor. Aynı zamanda Artuklu, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinden izler taşıyan saray, sur ve askeri yapılarıyla da dikkat çekiyor. Kalenin güney ve güneydoğusunu çevreleyen Murat Nehri ile kuzey ve batısındaki sarp kayalıklar, burayı doğal bir savunma kalesi haline getiriyor. Bu özelliği sayesinde, tarih boyunca ele geçirilmesi son derece zor bir yapı olarak bilinen Palu Kalesi, ünlü seyyah Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde 'Göğe baş uzatmış bir kale' sözleriyle betimlenmiştir. Eşsiz tarihi ve doğal güzelliklere sahip bu miras, hava şartlarının elverişli olması durumunda önümüzdeki günlerde başlayacak kazı ve temizlik çalışmalarıyla yeniden gün yüzüne çıkarılacak. Elazığ Valisi Numan Hatipoğlu sosyal medya üzerinden yaptığı paylaşımda, "Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın onayıyla, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğümüz tarafından yürütülecek proje kapsamında kalede kapsamlı bir arkeolojik çalışma gerçekleştirilecektir. Amacımız, Palu Kalesi’ni yalnızca tarih meraklıları için değil, aynı zamanda yerli ve yabancı turistler için de cazip bir destinasyon haline getirmektir. Yapılacak çalışmalar sayesinde Palu Kalesi, sahip olduğu tarihi ve doğal değerlerle sadece ilimizin değil, ülkemizin de en önemli kültürel miraslarından biri olacaktır. Projenin, bölge turizmine ivme kazandırarak yerel ekonomiye önemli katkılar sağlamasını hedeflemekteyiz" ifadelerine yer verildi.

Kapadokya’nın 4 bin yıllık mutfak kültüründen günümüze yolculuk Haber

Kapadokya’nın 4 bin yıllık mutfak kültüründen günümüze yolculuk

Kapadokya Bölgesi’nin 4 bin yıllık zengin kültüründeki geleneksel tatlar modern bir dokunuşla harmanlanarak unutulmaz lezzetlere dönüştü. Kapadokya’nın yerel mutfağını yansıtan Uzundere Kapadokya Mutfağı, Hititler’den Osmanlı’ya kadar uzanan bir tarihi zenginliği bir arada sunuyor. Sirkencübin Şerbeti, Tarihi Kültepe Kurabiyesi, Kapadokya mutfağında ayrı bir yeri olan ekşi mayalı ekmekler, baharatlı tandır etleri, meyvelerle tatlandırılmış et yemekleri ve şerbetler gibi gelenekler, binlerce yıllık tarih ve kültürle şekillenir gibi eski tatlar tekrar gün yüzüne çıktı. Kapadokya’nın 4 bin yıllık mutfak geleneğini günümüze taşıyan dünyaca ünlü şef Ulaş Tekerkaya, üç yıl boyunca Kapadokya başta olmak üzere Anadolu’nun yemek kültürünü araştırdı ve kaleme aldı. Kapadokya ve Anadolu’nun 4 Bin yıllık mutfak kültürünü inceleyen Tekerkaya Hititler, Frigler, Roma İmparatorluğu, Selçuklu ve Osmanlı gibi medeniyetlerin izlerini taşıyan yemekleri tekrar gün yüzüne çıkarttı. Nevşehir’in merkeze bağlı Göreme beldesinde bulunan ve bölgenin tek Helal Sertifikalı otelinde unutulmaya yüz tutmuş tatları tekrar gün yüzüne çıkaran Şef Ulaş Tekerkaya; “Kapadokya bölgesindeki 4 bin yıllık mutfak kültürünü günümüze taşıdık. Tamamen bu bölgede yaşayan insanların ve medeniyetlerin bu bölgede neler tükettiğiyle alakalı bütün kaynaklara eriştik ve günümüze uyarladık. Yemeklerin yanında yemeğin tarihi kaynaklarını gösterebileceğimiz QR kodları oluşturduk” dedi. “Üzüm ve kabak çekirdekleri ve kurutulmuş meyveler kullandık” Tarihi yemeklerin hiç birisinde domates salatalık biber salça gibi ürünler kullanmadıklarını söyleyen Tekerkaya; “Tamamen bu bölgede yetişen üzüm kabak, kuru meyveler kabak çekirdeği ve o dönemki yapılmış olan buğday arpa tahıl çeşitliliği ile beraber orijinal bir menü çıkardık. Menümüzün içerisinde de tamamen doğal olan yiyecekler mevcut. Tatlılarımızın çoğunluğunda şeker un gibi faktörler yok.” ifadelerini kullandı. “Diş kirası ile uğurluyoruz” Ünlü Şef Ulaş Tekerkaya misafirlerine en sonda giderken diş kirası adı altında bir hediye sunduklarını söyledi. Tekerkaya; “O diş kirasını yabancılara ve yerli misafirlere ne kadar önem teşkil ettiğini ve mütevaziliğin Kapadokya başta olmak üzere Osmanlı, Selçuklu, Anadolu ve Türk tarihindeki önemini anlatıyoruz” diye konuştu. 53 çeşit menü oluşturuldu Geçmişi 4 bin yıl öncesine kadar dayanan 53 çeşit yemek ve içecek oluşturduklarını söyleyen Terkaya; “Çorbalarımızın içerisinde insan oğlunun ilk çağlardan bu tarafa tüketmiş olduğu, Hz. Adem (A.S.) söylemlerin de ve kayıtlarında geçen baba çorbası dediğimiz buğday çorbası ile başlıyoruz. Günümüzdeki göçebe mutfağındaki tarhana çorbasına kadar hepsini oluşturduk. Tatlılarda da Göremeye ait olan ve Roma döneminde yapılmış bir Korama Roma tatlısı var. Tamamen geçmişin izlerini taşıyan ve hacı Bektaş velinin dergahından pirpir lokması içerisinde herhangi bir şeker yağ un olmayan bir tatlı. Bu lezzetler ve tatlıları insanlığa kazandırmış olduk. Tatlılarımızda ve yiyeceklerimizin çoğunluğun da Hititlerden, Firiklerden, Roma imparatorluğundan, İslam mutfağından, Selçuklu’dan Mevlevilikten, Osmanlı’dan ve Hacı Bektaş’tan izler var. Çünkü Hacı Bektaş Veli’nin söylemiyle ‘Bir lokmayı iki kişi bölüşürse dostluk pekişir’ sözüyle o yoldan devam ettik. Tatlılarımızın ve şerbetlerimizin içerisindeki ürünlerin hepsinde de bölgedeki yetişen ürünlerden oluşturduk” dedi. Gelen misafirlerine İslamiyet’teki sofra adabının da anlatıldığını söyleyen Tekerkaya; “Menümüzü ilk başta sofraya başlama ve en sonda sofraya bitirme olarak nitelendirdik. İslamiyet‘te ve diğer dinlerde insanların sofradaki saygı, sevgi ve adabı Mevlevilik ve Bektaşilik kültüründeki sofra adabının nasıl devam ettiğini anlatabilmek için menüye kısa bir not yazdık. Gelen misafirlere ilk başta besmeleyle başlayıp, yemek duasıyla bitirdiğimiz bir İslami konsept oluşturduk. İşletmemiz Kapadokya bölgesinde helal belgesine sahip tek işletme” dedi. Tekerkaya gelen misafirlere; “Bizim soframızı şenlendirdiniz, dişleriniz yoruldu” diye küçük hediyeler verdiklerini de sözlerine ekledi.

Kastamonu'da Şimşir Kaşığa Coğrafi İşaret Geliyor Haber

Kastamonu'da Şimşir Kaşığa Coğrafi İşaret Geliyor

KASTAMONU (İHA) - Kastamonu Üniversitesi, şimşir kaşık üretiminin korunması ve tanıtılması amacıyla coğrafi işaret başvurusu yapmaya hazırlanıyor. Osmanlı döneminde Kastamonu’nun 8 köyünde yılda yaklaşık 2 milyon adet üretilen şimşir kaşık, günümüzde yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Üniversitenin öncülüğünde Kastamonu Teknokent, Teknoloji Transfer Ofisi ve Ormancılık ve Tabiat Turizmi İhtisaslaşma Koordinatörlüğü iş birliğiyle "Geleneksel Kastamonu Şimşir Kaşık Yapım Atölyesi" gerçekleştirildi. Kastamonu Teknokent İdari Binası’nda gerçekleşen etkinliğe, 50 yılı aşkın süredir şimşir kaşık üreten ve devlet sanatçısı unvanına sahip Yüksel Erdoğan da katılım gösterdi. Akademisyenler ve öğrencilerin de yer aldığı atölyede, Erdoğan şimşir kaşık yapım sürecini uygulamalı olarak anlattı ve şimşir ağacının önemine değindi. ŞİMŞİR AĞAÇLARI KELEBEK HASTALIĞI TEHDİDİ ALTINDA Yarım asırdır bu işle uğraştığını belirten Yüksel Erdoğan, "Eskiden kaşık yapılırdı sadece şimdi çatal, kaşık, bıçak gibi 20’den fazla çeşidini yapıyoruz. Ağaç sıkıntısı çekiyoruz. Ağaçlar yok oluyor. Ağaçlara kelebek hastalığı geldi. Bu hastalık 4 yıl sürdü, yüksek yerlerde şimşir ağacının yaşını bulabiliyorsunuz ama alçak yerlerde hep ağaçlar kurudu. Bu konuyla ilgili Şenpazar Orman İşletme Müdürlüğüne dilekçe verdim. Şimşir ağaçları yok olmasın, çürümesin dedim, bize bu kuruyan ağaçları verin dedim. Dilekçem de hala geçerli ama vereceklerini söyleyip iki yıldan beri bizleri bekletiyorlar" dedi. OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE 700 YILLIK GELENEK Erdoğan, şimşir kaşık üretiminin Osmanlı döneminde en parlak dönemini yaşadığını vurgulayarak, "Osmanlı döneminde Şenpazar’da 8 köyde yıllık 1 milyon 800 bin şimşir kaşığı üretiliyordu. Osmanlılar, bu üretilen kaşığın yüzde 10’unu yani 180 bin kaşığı vergi olarak alıyormuş. İnsanlar o dönemde boş vakitlerinde sürekli kaşık yapıyorlardı. Gaz lambasının ışığında gece saat 11.00’e kadar kaşık üretirlerdi. Şimdi artık insan kalmadı köylerde, köylerde nesil sona doğru gidiyor artık. En genci benim, 63 yaşındayım" ifadelerini kullandı. TALEPLERE YETİŞİLEMİYOR: 7 BİNDEN FAZLA SİPARİŞ GERİ ÇEVRİLDİ Şimşir kaşık üretiminin azaldığını ancak talebin arttığını belirten Erdoğan, "Devamlı gelen siparişleri geri çeviriyorum. Bu yıl 7 binden fazla kaşık siparişini geri çevirdim. 7 bin kaşığın üretimi bir yıl sürüyor. Rağbet çok fazla ama yetiştiremiyoruz. Şu anda lüks restoranlarda dahi şimşir kaşık kullanılıyor. Bundan artık çatal, bıçaklarını da yapıyoruz. Bir de bu kaşıklar anti bakteriyel özellikte olmasından ötürü biraz daha fazla kullanılıyor. Doktorlar dahi tavsiye ediyor" dedi. KASTAMONU ÜNİVERSİTESİ COĞRAFİ İŞARET İÇİN HAREKETE GEÇTİ Kastamonu Teknokent Genel Müdürü Prof. Dr. Alperen Kaymakcı, Kastamonu’nun unutulmaya yüz tutmuş değerlerini gün yüzüne çıkarmak için çalıştıklarını belirterek, "Şenpazar’daki ziyaretimizde belediye başkanımız ve devlet sanatçısı Yüksel Erdoğan ile görüşüp şimşir kaşık üretim atölyesi etkinliğimizi gerçekleştirdik. Bölgede şimşir kaşığın önemli bir değer olduğunu, bunun 700 yıldır bir mazisinin olduğunu, Osmanlı dönemine kadar gittiğini ve bu kapsamda yıllık ciddi sayıda şimşir kaşığı, çatal, bıçak gibi mutfak gereçlerinin üretildiğini öğrendik. Bu kapsamda yaptığımız araştırmalarda henüz şimşir kaşığının coğrafi işaretinin alınmadığı ifade edildi. Üniversitemiz Teknoloji Transfer Ofisinde yer alan Paten Destek Ofisi, bu konuda belediyelerle sıkı bir iş birliği içerisinde bulunuyor. Bizler de şimşir kaşığın özellikle coğrafi işaretinin alınması gerektiği hususunu dile getirdik. Üniversite olarak bu kapsamda gerekli çalışmalara başlayacağız" diye konuştu. Kaymakcı, şimşir kaşık üretiminin öğrencilere de tanıtılmasının önemine değinerek, "Burada amacımız hem öğrencilerin bölgenin önemli bir değeri olan şimşir kaşığı anlaması, öğrenmesi ve belki de bu gençlerimizden bir girişimcinin çıkarak şimşir kaşık üretimine başlaması. Aslında bakarsanız biz, ciddi anlamda üretimi desteklemek istiyoruz. Biz, Kastamonu Üniversitesi olarak ormancılık ve tabiat turizm alanında ihtisaslaşan bir üniversiteyiz. Bu kapsamda bölgenin, bölgesel kalkınmasını güçlendirecek, bölgede gizli kalmış değerleri ortaya çıkaracak her türlü projeyi ihtisaslaşma projesi olarak kabul ettiğimiz için bunların Kastamonu’nun bir değeri haline gelmesi noktasında çalışmalarımız devam ediyor" dedi. "ŞİMŞİR KAŞIK ÜRETİMİ YENİDEN CANLANMALI" Prof. Dr. Kaymakcı, şimşir odununun Türkiye’nin en yoğun ağaç türlerinden biri olduğunu belirterek, anti bakteriyel özelliği nedeniyle özellikle gıda sektöründe tercih edildiğini ekledi. "Bölgede aslına bakarsanız geçmiş yıllarda çok zengin bir kaşık üretimi mevcuttu. Cide, Şenpazar ve Pınarbaşı ilçelerinde her köyde 40-45 civarında insan şimşir kaşığı üretimi yapıyordu. Şu anda Kastamonu’ya baktığımız zaman bu işle uğraşan kişi sayısı azaldı. Bazı kaynaklara göre 10 civarında kişi kalmış. Bunun tekrardan yaygınlaştırılması ve bu ürünlerin Kastamonu ve ülke ekonomisine kazandırılması gerekiyor. Bu kapsamda da ciddi adımların atılması gerekiyor. Bunun da ilk adımını burada atmış bulunuyoruz" dedi. Şimşir kaşık için coğrafi işaret süreci başlatılırken, Kastamonu Üniversitesi bu kültürel mirasın korunması ve yeni nesillere aktarılması için çalışmalarına devam edecek.

Macar Kralı Rakoczi Müzesi'ne Bulgar Turist Akını Haber

Macar Kralı Rakoczi Müzesi'ne Bulgar Turist Akını

TEKİRDAĞ (İHA) - Tekirdağ’ın Süleymanpaşa ilçesinde bulunan ve Macar Kralı II. Ferenc Rakoczi’nin yıllarca yaşadığı ev, müzeye dönüştürülerek tarih meraklılarının ilgisini çekmeye devam ediyor. Özellikle Bulgar turistler, Rakoczi'nin hatıralarını barındıran bu tarihi mekâna yoğun ilgi gösteriyor. Macar Kralı’nın Osmanlı topraklarında sığındığı ve Tekirdağ’da kaldığı tarihi konak, dört grup halinde gelen Bulgar turistler tarafından ziyaret edildi. Müzedeki eserleri tek tek inceleyen turistler, Rakoczi'nin hayatına dair detayları yakından görme fırsatı buldu. Rakoczi Müzesi Müdürü Ali Kabul, "Geçen yıl rekor sayıda Bulgar ziyaretçimiz geldi. Macarların iki misli Bulgar misafirimiz oldu. Bu yıl da bir grup Macar misafirimiz geldi ancak Bulgar gruplarının sayısı altıya ulaştı. İnşallah bu sene daha da artar. Turizm acenteleri, İstanbul, Tekirdağ, Edirne ve Kırklareli gibi illere düzenledikleri turlarda Rakoczi Müzesi'ni es geçmiyor. Tekirdağ'da ilk akla gelen yerlerden biri burası, o yüzden de ziyaret programlarına mutlaka dahil ediliyor" dedi. MACAR KRALI'NIN OSMANLI'DAKİ YILLARI 1703-1711 yıllarında Avusturya'ya karşı bağımsızlık mücadelesi veren Macar Kralı II. Ferenc Rakoczi, savaşın kaybedilmesiyle Osmanlı Devleti'ne sığındı. Osmanlı yönetimi tarafından Tekirdağ’a yerleştirilen Rakoczi için bir konak inşa edildi ve kral, 1735'te hayatını kaybedene kadar burada yaşadı. Günümüzde müzeye dönüştürülen yapı, Rakoczi'nin kişisel eşyalarının yanı sıra Osmanlı’nın ona sunduğu desteği gösteren pek çok tarihi belgeyi de barındırıyor.

Gladyatörler Şehri Kibyra, Karla Görsel Şölen Sunuyor Haber

Gladyatörler Şehri Kibyra, Karla Görsel Şölen Sunuyor

BURDUR (İHA) - Gladyatörler şehri olarak da anılan Kibyra Antik Kenti, kar yağışı sonrası eşsiz bir görsel şölen sunarak tarih ve doğa meraklılarının ilgisini çekmeyi başardı. Roma Dönemi'ne ait yapıları ve Medusa Mozaiği gibi eserleriyle öne çıkan Kibyra, 2024 yılında yaklaşık 35-40 bin ziyaretçi ağırladı. UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer alan Kibyra, Helenistik dönemden Osmanlı'ya uzanan tarihi katmanlarıyla dikkat çekiyor. Burdur'un Gölhisar ilçesindeki kent, yoğun kar yağışının ardından beyaza bürünerek fotoğraf tutkunlarının da uğrak noktası oldu. 2024 KAZILARI TAMAMLANDI Bu yılki kazı çalışmaları, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın "Geleceğe Miras" projesi kapsamında Agora alanında yoğunlaştı. Prof. Dr. Şükrü Özdoğru'nun başkanlığında kazı gerçekleştiren ekipler, eserlerin belgelenmesi ve konservasyon çalışmalarına ağırlık verdi. Dr. Öğr. Üyesi Düzgün Tarkan, "Bu yılki çalışmalarımıza şimdilik kısa bir ara verdik. Kış şartlarının ağırlaşmasıyla beraber kazı ekibi olarak burada ofis ve büro çalışmalarına ağırlık verdik. Bundan sonraki süreçte, artık yıl boyunca arazide bulunan eserlerin belgelenmesi ve bunlara yönelik konservasyon ve restorasyon çalışmaları sürdürülecek. Önümüzdeki mart sonundan itibaren tekrar arazi çalışmaları başlayacak" dedi. KIBYRA’NIN EN ÜNLÜ ESERLERİ Antik kentin öne çıkan eserleri arasında Medusa Mozaiği, Odeon ve Anıtsal Çeşme yer alıyor. Bu eserlerin korunması için kış aylarında özel önlemler alındığını ifade eden Tarkan, "Bu yıl da bu her iki eserin kış şartlarından korunmasına yönelik olarak üzerlerinin kapanma işlemleri tamamlandı" dedi. Bahar aylarında eserlerin yeniden ziyaretçilerin ilgisine sunulacağını ekledi. KIBYRA’YI KEŞFETMEYE DAVET Restorasyon ve kazı çalışmalarıyla her geçen yıl daha da güzelleşen Kibyra Antik Kenti, geçmişin izlerini görmek isteyen ziyaretçilerini bekliyor. 2024’te ziyaretçi sayısını neredeyse ikiye katlayan kent, hem yerli hem yabancı turistlerin ilgisini çekmeye devam ediyor.

Hasankeyf Müzesi 25 Bin Ziyaretçi Ağırladı Haber

Hasankeyf Müzesi 25 Bin Ziyaretçi Ağırladı

BATMAN (İHA) - Batman'da bulunan Hasankeyf Müzesi, 3 bin 500 tarihi eseri bünyesinde barındırarak 25 bin ziyaretçiye ev sahipliği yaptı. 96 bin metrekarelik bir alanda yer alan müze, 12 bin yıllık tarihiyle bölgenin en önemli turizm cazibe merkezlerinden biri haline geliyor. Hasankeyf Kaymakamı Mehmet Ali İmrak, müzenin açılışından bu yana gösterdiği ilgiye dikkat çekti. İmrak, "Hasankeyf Müzesi, 96 bin metrekare alanın üzerine kurulmuş,10 Mayıs 2019'da bakanımızın onuruyla açıldı ve misafirlerini o günden itibaren ağırlamaya başladı. Paleolitik çağdan günümüze kadar gelmiş ve yaklaşık 3 bin 500'ün üzerinde eseri içerisinde barındırıyor. Turizm cazibesi merkezi olma yolunda ilerliyor. 2023'te ziyaretçi sayımız 20 bin, 2024'ün Kasım ayında 25 bin rakamına ulaştık. Yılı bitirdiğimizde bunun 30 bine yaklaşacağına inanıyoruz. 2025'te önümüze bir hedef koyduk ve bu hedefte en büyük pay da Hasankeyf Müzemiz alacak" dedi. HASANKEYF'İN TARİHİ VE KÜLTÜREL ZENGİNLİKLERİ Hasankeyf, Mervani, Bizans, Roma, Artuklu ve Osmanlı gibi medeniyetlere ev sahipliği yapmış bir bölge olarak, tarihi ve kültürel mirasıyla dikkat çekiyor. Müze, Paleolitik çağdan günümüze kadar uzanan birçok eseri barındırıyor ve 2025'te ziyaretçi sayısının daha da artması hedefleniyor. Kaymakam İmrak, ayrıca farklı şehirlerden gelen yeni eserlerle müzenin koleksiyonunun zenginleşmeye devam ettiğini vurguladı.

Türkiye'nin Efsane Lezzeti Döner, Almanya ile Tartışma Konusu Haber

Türkiye'nin Efsane Lezzeti Döner, Almanya ile Tartışma Konusu

İSTANBUL (İHA) - Türkiye'nin dünyaca ünlü lezzeti döner, Almanya tarafından "Geleneksel Ürün Adı" ile kendi adına tescil ettirilmek isteniyor. Türkiye’nin önde gelen döner üreticilerinden Bereket Döner ise bu girişime karşı bin yıllık belgelerle ve bilimsel bir makaleyle itiraz etti. Avrupa Komisyonu’na başvurularını tamamlayan Türkiye, dönerin Türk yiyeceği olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Avrupa Komisyonu, Almanya’nın döner üzerindeki hak iddiasını değerlendirerek iki tarafı uzlaşıya davet etti. Ancak Türkiye, dönerin Osmanlı ve Selçuklu dönemlerindeki köklerini ve tarihi bağlarını ortaya koyarak bu tartışmada haklı olduğunu savunuyor. TARİHİ BELGELER AVRUPA’YA GÖNDERİLDİ Bereket Döner, Osmanlı bilgini Takiyeddin Efendi ve ünlü seyyah Evliya Çelebi’nin çalışmalarını içeren akademik bir raporu Avrupa Komisyonu’na iletti. Raporda, Takiyeddin Efendi’nin döner mekanizması için yaptığı çizimler ve Osmanlı dönemine ait gravürler yer alıyor. Ayrıca Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde dönerin tarihsel bir mutfak ürünü olduğuna dair belge ve fotoğraflar da çalışmaya eklendi. "DÖNERİN ANAVATANI TÜRKİYE’DİR" Bereket Döner Yönetim Kurulu Başkanvekili Mevlüt Ceyhun Tekdemir, Avrupa Komisyonu’nun bu konuda hukuki ve doğru bir karar vereceğine inandığını belirterek, "Avrupa Komisyonu'nun en doğru ve hukuki kararı vereceğine inanıyoruz. Türkiye'nin tezlerinin haklılığı, dönerin bir Türk lezzeti olduğu tartışmasız bir gerçektir. Gerek Avrupa gerekse Türkiye'nin siyasi, sosyolojik ve kültürel kaynaklarına bakıldığında da bu gerçeği doğrulayacak yüzlerce kaynak, belge ve fotoğraf bulunmaktadır" dedi. "ALMANYA, KENDİ ÜNİVERSİTESİNE BAKSIN" Tekdemir, Almanya’nın dönerin kökenine dair bilgiye ulaşmak için Frankfurt Goethe Üniversitesi’ndeki Arap-İslam Bilimler Tarihi Enstitüsü’ne bakmasının yeterli olduğunu söyledi. "Osmanlı astronom ve mühendisi Takiyeddin Efendi’nin çizimlerini referans alabilirler", diyen Tekdemir, "Türkiye’nin Dünyaca Ünlü Lezzeti: Döner" adlı çalışmayı Avrupa Komisyonu’na teslim ettiklerini belirtti. "AVRUPA GERÇEK DÖNER LEZZETİNE KAVUŞACAK" Tekdemir, Avrupa’ya gerçek Türk dönerini tattırmak için yeni bir girişimde bulunacaklarını da açıkladı. Tekdemir, "Avrupa damaklarını fethetmek için bir Bereket Döner kuruluşu olan Döner Point markasıyla başta Almanya olmak üzere Avrupa'nın tüm şehirlerinde şube açmayı düşünüyoruz" dedi. Avrupa Komisyonu’nun kararının, Türkiye ve Almanya arasında süregelen döner tartışmasına net bir çözüm getirmesi bekleniyor. Türkiye’nin sunduğu tarihi belgeler ve bilimsel veriler ışığında, dönerin Türk mutfağının bir parçası olduğu uluslararası bir platformda tescil edilmek isteniyor.

Türk Tıp Tarihinin İlk Doğumevi Demirkapı Viladethanesi Havadan Görüntülendi Haber

Türk Tıp Tarihinin İlk Doğumevi Demirkapı Viladethanesi Havadan Görüntülendi

İSTANBUL (İHA) - Türk tıp tarihinin mihenk taşlarından biri olarak kabul edilen Demirkapı Viladethanesi, 1892 yılında Gülhane Parkı içinde açılarak ilk doğumevi olarak hizmete girmişti. O dönemde doğumların evde, ebeler tarafından yapılması yaygınken, bu yenilikçi girişim Osmanlı İmparatorluğu'ndaki tıbbi alanda önemli bir adım olmuştu. Konuyla ilgili açıklamalar yapan Tıp Tarihçisi Prof. Dr. Ayten Altıntaş, Demirkapı Viladethanesi'nin açılmasında önemli bir figür olan Besim Ömer Akalın’ın, dönemin padişahı Sultan 2. Abdülhamid’i ikna etme sürecini detaylı bir şekilde anlattı. Prof. Dr. Altıntaş, Osmanlı döneminde kadınların evde, ebeler aracılığıyla doğum yaptığı bir dönemi anlatırken, doğumhaneye gayrimeşru doğumlar yapılacağı korkusuyla karşı çıkıldığını aktardı. Akalın'ın yalnızca gayrimeşru doğumlar için değil, tıbbi müdahale gerektiren doğumlar için de gerekli olduğuna dikkat çektiğini ekledi. Besim Ömer Akalın’ın Fransa'da kadın doğum ihtisası yaptıktan sonra, kendi imkanlarıyla bir iki katlı bina bulup restore ederek doğumevi açma çabalarını ve bu çabaların arkasındaki sosyal ihtiyaçları vurguladı. TIP TARİHİMİZDE BİR DÖNÜM NOKTASI: GÜLHANE PARKI’NDAKİ İLK DOĞUMEVİ   1892 yılında açılan ve Gülhane Parkı içinde yer alan Demirkapı Viladethanesi, tıbbiyenin kadın doğum bölümünün öğrencileri için de eğitim alanı sağlamıştı. Ancak zamanla sağlık hizmetlerinin artan gereksinimleri doğrultusunda bu bina İslam Bilim ve Teknoloji Müzesi’ne dönüştürüldü. Prof. Dr. Altıntaş, Sultan 2. Abdülhamid’in bu yenilikçi adımı nasıl desteklediğinden de bahsetti. Altıntaş, Besim Ömer Akalın’ın, yalnızca fakirlerin ve kimsesizlerin doğumları için değil, her türlü tıbbi müdahaleye ihtiyaç duyulan doğumlar için de bu doğumevinin gerekliliğini vurguladığını belirtti. Besim Ömer Akalın’ın yaptığı bu yenilikçi çalışmanın, dönemin sağlık sistemi için ne denli önemli bir devrim olduğunu ve tıbbi bir ihtiyaçtan doğduğunu ifade etti. Altıntaş, "Sultan 2. Abdülhamid sağlığa çok önem veren bir padişahtır. Besim Ömer'in yazılarını okudukça doğumevinin herkese lazım olduğunu kabul etmiştir. Bebekler, anneler ve tıbbiyedeki öğrencilerin eğitimleri için gereklidir. Eğitimler ve hizmetler devam ederken 2. Abdülhamid büyük bir para vererek yeni bir doğumevi yapılmasını istiyor. Daha sonra Kadırga'da çok güzel bir doğumevi yapılıyor" dedi. Günümüzün tıbbi imkanlarının çok ötesinde olan dönemin zorluklarına rağmen, Viladethane’nin açılması, dönemin sağlık sisteminde önemli bir adım olarak tarihe geçmişti. Prof. Dr. Altıntaş, son dönemde gündemde olan yenidoğan ölümleriyle ilgili olarak da önemli açıklamalar yaparak, sağlıkta insan odaklı yaklaşımın önemine değindi. Bebeklerin yaşam şanslarının artırılmasında doktorların sorumluluklarına dikkat çekerken, aynı zamanda tıbbın insana hizmet etme amacını yitirmemesi gerektiğinin altını çizdi.

Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
TOURISMJOURNAL En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.